• ÜYE GİRİŞİ
Home / Öyküleri / e(Z)el

e(Z)el

I. Bölüm

 

1

Çok yıllar sonra

 

Kadın;

Ufak tefek narin bir yapısı vardı. Kestane koyusu renkli, ipeksi uzun düz saçları arkaya doğru taranmıştı.

Sahildeki banklardan birinde oturmuş, elleri dizlerinin üzerindeydi..Açık haki biraz buruşuk pardesüsüne sıkıca sarılmıştı , Üşüyor gibiydi..Yüzünde garip bir yorgunluk, Yoğun hüzün,  kim bilir belki de buralarda yaşanmışlıkların ıslak derin izleri vardı.

Gözleri bir noktaya denizin maviliklerine dalmıştı sanki.

Kımıldamadan öylece duruyordu.

Adam;

Ellili yaşlarda, uzun boyluydu..Saçları bir miktar ağarmıştı. Elleri ceplerinde dalgın bakışlarla yürüyor görünse de gözleri sanki bu sahili ilk kez görüyormuş gibi alanın her tarafını meraklı bakışlarla bir bir  tarıyordu.

Yüzünde farklı bir tebessüm vardı.

Acı ile karışık .

Zaman;

Mevsim sonbahardı; Akşam üstüydü. Güneş kocaman kırmızı bir top gibi denizin görünebilen en uç noktasından aşağıya doğru kayıyor ve  yavaş yavaş kayboluyordu. Sanki denizin içine düşüyor gibi.

Yer;

Uzun bir sahil şeridiydi.

Yürüyüş bandının hemen yanında, ince uzun beton yolda akşamın bu güzelliğini yaşamak isteyenler vardı.

Elinde oltası balık tutanlar, gün batışını fotoğraflamak isteyenler,

Ağaçlar,

Çiçekler,

Martılar

Ve sevgililer,

Herkes oradaydı.

 

2

O an

 

Bu kalabalığın içinde uzunca  boylu  adam  yavaş adımlarla ilerlerken, tam kadının önünden geçmişti ki bir an durdu, başını çevirdi ve onu gördü. Uzun bir süre öylece hareketsiz kalakaldı.

Sonra; ” sen” diyebildi. Geriye döndü birkaç adım attı  ve kadının önünde durdu. Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Nefes alamayacağını düşündü bir an. Soluksuz kalmıştı.

Kadın adamı görünce; yüzündeki acı ile karışık  tebessüm belirginleşti..Adam ağır ağır kadının önünde diz çöktü. Bir müddet gözlerini kadından alamadı. Kadın öylece hareketsiz duruyordu. Adam çekinerek  ve  yavaşça ellerini uzattı Kadının dizlerinin üzerindeki ellerini tuttu, avuçlarının arasına aldı.

Kısık bir sesle.“Çok zayıflamışsın ” dedi.

Kadın; onaylar gibi başını salladı. Sonra titreyen sesi ile  “ evet” dedi.

Adam öne eğik duran başını kadının yüzüne doğru kaldırdı. Müthiş bir hasret duygusu ile kadının yüzüne baktı, gözlerinden damlalar yanağına doğru düşmeye başladı. Hıçkırıklar içersinde ” Seni sevmek hayatımın en büyük armağanıydı ” dedi.

Kadın başını öne doğru salladı.

İç çekerek,

“Hala zaman zaman  bana yazdığın mektupları okuyorum. Hayatta başarabildiğim tek şey sana  bunları yazdırabilmekti ” dedi.

Adam ” hayır “ dedi. ” Sen her zaman olağanüstü biriydin. Yaşamın her anında çok başarılı ve öğreticiydin. Ruhunda her zaman büyümemiş bir çocuğun güzellikleri vardı. Seni tanımak, hele hele seni seviyor olmak inanılmazdı. Senin için yazdıklarım aslında gönlümden geçenleri hiçbir zaman tam olarak anlatamadı. Sana olan derin aşkımı ne sözlerim  ne de yazdıklarım ile  anlatmayı başarabilmem imkansızdı.  Hala öyle, kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlar vardır. Hepsi sadece hissettiklerimin içinden anlatabildiklerimdi.”

Sonra; başını tekrar öne eğdi adam.   “Sana verdiğim bir sözüm vardı”  dedi. Derin bir iç geçirdi. Mahçup, yumuşacık bir ifade ile “O sözümü tuttum”  dedi.

Kadın; merakını belli edercesine heyecanla  “öyle mi  ? “ dedi.

Adam doğruldu.

Önce denizin akşamüstü laciverte dönüşen sularına baktı sonra gökyüzüne

Ellerini havaya doğru iki yana açtı ve

“Evet” dedi.

 

 

3

Ferahnak saz eseri “Hüzün”

 

Şarkı ” Seninle bir sonbahar mevsimiydi tanıştık, sanki birbirimizi yıllarca aramıştık” diye başlasa da, onu ilk defa görmem, şehri kasıp kavuran sıcak bir yaz günüydü. Aylardan ise haziran.

O günün sabahında  sanki bütün yaşamımı değiştirecek bir güzelliğin yaşanacağı hissini yüreğimin derinliklerinde, hatta iliklerime kadar hissederek uyandım.

Oysa; hayatımı değiştirebilecek kadar önemli bir şey ne olabilirdi ki. Süregelen bir yaşantım vardı. Her şeye rağmen yeterince mutlu olduğumu düşünüyordum. Aradığınız anlamda mutluluk size uzaksa, o zaman yapacağınız, kendinize yakın şeylerden mutlu olabilmeyi başarabilmektir. Öyle yapıyordum.

Onunla ilk defa yüz yüze gelecektik. Gerçi birkaç kez mektuplaşmış ve yaşamla ilgili düşüncelerimizi paylaşmıştık. Yine de kafamda binlerce sorgu, sual.

O sıralarda piyano ve keman sazları eşliğinde enstrümantal Türk müziği eserlerinin seslendirildiği bir kayıt edinmiştim. Bir arkadaşım vermişti daha doğrusu. Çok sık dinliyordum bu kaydı. Tertemiz bir yorumdu. Ama bugün, o çok bildiğim nihavent, hicaz, mahur eserler yerine; nedense ferahnak ya da ferahfezaları dinlemek istedim yol boyunca. O güzelim eserleri dinlerken gözlerimin önünden bütün  yaşamım bir film şeridi gibi geldi, geçti.

Kimdim ve ne istiyordum ?

Ona niçin gidiyordum ?

 

 

 

4

e(Z)el

 

Adım e(Z)el..

Küçükken kara kuru bir kızdım ben. Çok üşürdüm. Aslında batıda bir kentte yaşıyorduk ama memleketimiz çok soğuktu. Kar,kış kıyamet.

Özellikle  kış gecelerinde babacığım evimizdeki radyoyu açar güzel şarkılar türküler dinletirdi bizlere.

Çok uzaklardan ince bir kadın sesi yayılırdı kulaklarımıza.

Sayın dinleyiciler. Burası uzun dalga 1450 Mhz üzerinden yayın yapan Ankara radyosu. Şimdi Necmi Rıza Ahıskan’dan şarkılar dinleyeceksiniz.

Ben Nezahat Bayram’ı dinlemeyi severdim.  Bizim oralardanmış zaten, babam öyle söylerdi.

Onun söylediği Karahisar Kalesi yıkılır gider türküsüne bayılırdım.

Memleket havası ne de olsa.

Güzel bir çocukluk geçirdim. Annem ve babam çok duyarlıydılar. Hele hele eğitim ve öğretim konusunda benim ve kardeşimin üzerine titrerlerdi adeta.

Hızla ilerleyen okul hayatım başarılıydı. Üniversiteyi şehrimizin dışında çok seçkin bir okulda okudum. Aslında doktor olmayı istiyordum. Ürkek yapım nedeniyle yeterli müdahalede bulunamam ve yararlı olamam endişesi ile bundan vazgeçtim. Galiba korktum ve farklı bir alan seçtim.

Okulun son dönemlerinde bir erkek arkadaşım oldu.  İleride eşim olacak kişi ile işte bu okul yıllarında tanıştım. İyi bir arkadaşlıktı. Hala da öyleyiz aslında.

Arkadaş kalmayı başarabilmişiz  galiba.

Evlilik öncesi iki talihsiz olay yaşadım. Önce sevgili babacığımı kaybettim. Sonra da o talihsiz kaza çok sevdiğim kardeşimi bizden aldı.

Hüzün’ün yazdıkları içersinde en çok o akrostiş şiir etkilemiştir beni..

“Ender güzelliklerle yaratmış seni yaradan “ diyerek başladığı şiirinde  ikimizin ismini  birden kullanmış ,sevgili kardeşime  vurgu yapması beni çok etkilemişti..

Sanki kardeşim ile beni bütünleştirmişti o şiirinde.

Eşimden ayrıldıktan sonra çok düşündüm.

Beraberliğimizde eksik olan bir şey vardı.

Bu neydi.

Sonunda buldum galiba.

Eksik olanın adı,

Aşktı…

 

 

5

Hüzün

 

Şanslı mı,  şansız mı biri olduğuma hala karar veremedim. Aslında iki ismim var. Ama beni sevenler bu ikisinin dışında daha çok Hüzün derler bana.

Ben de hüznü çok severim.

Kalın kabuklu kaplumbağaya benzetirim hüznü.

Sevgiyi, hoşgörüyü, vefayı ve merhameti ve nihayetinde aşkı içinde barındırır ve korur diye düşünürüm.

Geniş avlulu bir evimiz vardı çocukluğumda.

Bazalt taşları ile döşenmiş o alanda koşup oynarken zaman zaman annemin aynalı gardrobunun önüne geçer ve bazen bir şarkı seslendirir, bazen de yan taraftaki caminin müezzininden etkilenmiş olsam gerek ezan okurdum.

Babam beni yanından hiç ayırmazdı. Ben onun hesap makinası ve not defteriydim. O,   kumaşları elindeki uzun tahta metre ile ölçer, ben de anında hesabı söylerdim.

Yaz akşamları serin eyvanımızda havuzda soğutulmuş , hatta neredeyse buz kesmiş  karpuzu yerken, babam mutlaka bir şarkı isterdi benden.

Çocukluğu,  balkonlarında keman çalan dayıları aklına gelir hüngür hüngür ağlardı.

Hayata akranlarımdan iki-üç yaş daha önce başladım. Öyle kayıt edilmişim nufusa.

Çocukluğum, gençliğim, öğrenim hayatım, askerliğim ve nihayetinde evliliğim hep öyle oldu.

İş konusunda hocalarımın önerilerinin aksine, rüzgar beni farklı bir alana yöneltti..

Hepsi neyse ama , eşimle evliliğimiz ikimiz için de tamamen talihsizlikti.

İkimizde daha çocuktuk  neredeyse. Aklı evvel annemin sen daha çok çocuksun demelerine aldırmadan  her şey bir anda oldu.

Alalaceleye getirilmişti..

Ona da yazık oldu.

Bana da..

 

 

6

Sahilde o akşam

 

Kadın oturduğu banktan kalktı. Adamla aralarında bir adımlık mesafe bile yoktu. Gözlerini adamın gözlerine dikti. Bakışları bir çocuk kadar masumdu.

Adamın kolunu belli belirsiz tuttu.

“Bunu duymak istiyorum” dedi.

Sahil o anlarda gittikçe kalabalıklaşıyordu. Sesler birbirine karışmıştı sanki. Balon ve uçurtma satıcıları, mısırcılar ve daha niceleri.

Çocuklar balon ya da uçurtma isterim diye çekiştiriyorlardı annelerini.

Adam bir an düşündü. O da çocukken illa da mısır satacağım diye tutturmuştu.. Evde kızılca kıyametler kopmuştu ama nafile. Sonuçta  babası çarşıdaki tenekeci Kemal’e  bir kömür mangalı yaptırmıştı. Bahçeler arasından püsküllü hayli leziz süt mısırlarını alır ve arnavut taşları ile döşenmiş daracık sokaklarının başında kömür mangalında pişirir pişirir satardı.

Annesi söylene söylene derin bir kaba tuzlu su yapar  “ sakın elini yüzünü yakıp da öyle gelme diye de ilave ederdi. O da Hristiyan Samo’nun fırınından aldığı bir kürek ateşte pişirdiği mısırlara tuzlu su ile ıslattığı mısır püsküllerini sürer ve öyle verirdi alıcılara.

Akşam cebindeki demir paralarla keyif çata çata evin yolunu tutsa da kapıyı açan annesi her seferinde  kolundan sıkıca  tutar “ vış kele, bu ne haller böyle, elin yüzün kapkara, koştur hamama der kıçına kıçına vururdu elleri ile. Bir parça çocuksun sana mı kaldı mısır satmak diye de söylenirdi.

Annesi sık sık babasına döner. Herif,  herif. Bu çocuk adam olmaz,ya top peşinden koşturuyor ya da altı köşe uçurtacağım diye elin damlarına çıkıyor. Şimdi de akşamları kara höbür gibi eve gelmeye başladı valla bir taraflarını yakarsa karışmam derken kafasını da emme basma tulumba gibi sallardı.

Onun derdi ise başkaydı..birazdan babasının kucağına oturacak, kazandığı paraları babası ile beraber bir bir sayacaklardı….

Adam,

Kadının “bunu duymak istiyorum” sözü ile irkildi.

Gözlerini gözlerinden alamadığı kadının ipeksi saçlarının kulağını kapatan kısmını parmakları ile araladı, eğildi ve kulağına bir şeyler fısıldadı..

Tam geri çekilmişti ki.

Kadın,

“Hayır” dedi. “Ben seni gözlerinden bilirim”

Adamın kolunu bir kez daha çekiştirirken gözlerini adamım gözlerine dikti ve

“Bunu gözlerime bakıp öyle söylemeni istiyorum” dedi.

 

7

e(Z)el

 

Bugün 7 haziran. Günlerden Perşembe.

Erkenden uyandım diyemeyeceğim. Çünkü gece hiç uyuyamadım.

Hava çok sıcaktı ama asıl neden bu değil, bugün Hüzün’le karşılaşacağım ilk gün.

Gece boyunca yatağımda dönüp durdum, sabah olmak bilmedi.

Bu Hüzün çok tuhaf biri.

Adamla şimdiye kadar hiç karşılaşmadım.Sadece bir kez  fotoğrafından görmüştüm kendisini. Bunun dışında nasıl biri bilemiyorum. Ama beni ona doğru iten bir çekim gücü var sanki.  Mektuplarının her birini neredeyse onlarca hatta abartı olmasa söyleyeceğim yüzlerce kez okudum. Bu gece de öyle. Uyku tutmayınca mektuplarını bilmem kaçıncı kez yine okudum, okudum.

Kalemi çok nazik. Kendisi de öyle biri mi ,bu gerçek duyguları mı acaba bilemiyorum ama  yazdıkları öyle yenilir yutulur cinsinden şeyler değil. İnsan mektuplarda sanki bir roman okuyor hissine kapılıyor. Bütün kelimeler özenle seçilmiş ve incitici hiç bir şey yok. Bilakis onurlandırmak için apayrı ifadeler silsilesi sanki.

İçine içine düşüyorum mektupların.

Fotoğrafında biraz sert duruşu vardı. İlk önce ürkmüştüm doğrusu, ama mektuplarını okuyunca aslında o bakışların altında çok derin duyguların varlığını farkettim.

Bir kerre çok duyarlı, beni müthiş önemsiyor.

Ayrıca çok korumacı bir yapısı var galiba.

Bir keresinde kapı kilidimin arızalı olduğunu söylemiştim.bütün mektuplarında bunu sordu. “Kapınızın kilidini yaptırdınız mı, lütfen uyumadan önce iyice kontrol ediniz. Dünyanın bin bir hali var deyip durdu””

Hoşuma gitmişti. Hatta ben kapı kilidini onardığım halde ona bilerek söylemedim.bakalım nasıl tepki verecek diye. Taaa söyleyinceye kadar her seferinde aynı uyarılarını yaptı.

Çocuklardan büyüğü önümüzdeki hafta sonu üniversite sınavına girecek. Ona rapor aldık ve evde çalışıyor. İnşallah hayırlısı olur. Çok başarılı ama fazla bir seçenek üzerinde durmadı.. İdeali iyi bir üniversitede iktisat okumak.

Hüzün kendi alanı olduğundan bazı sıkıntılardan ve iş olanaklarından söz etti. Hatta acaba başka bir alan mı seçse “diye de düşüncelerini yazdı. Ama hayır. Kızım bu konuda çok kararlı

İktisat okuyacak. Bu kesin.

Küçük çocuğum ile beraber kahvaltı yaptık . Onu servise bindirip okula gönderdim.

Evde oyalanıp duruyorum ama saatler sanki hiç ilerlemiyor. Birazdan çıkıp yakınlardaki kuaförüme gideceğim, saçlarıma bir fön çektireyim hiç değilse.

Giysilerimi de hazırladım. Bugün beyaz pantolon üzerine pembe blüz giyeceğim. Hüzün’e de söyledim. Umarım hoşuna gider.

Dönüşte artık yavaş yavaş hazırlanırım. Buluşma yerimiz bana çok yakın nasılsa. Sahile üç-beş adım mesafede oturuyorum.

O nedenle Hüzün’den beni sahil yolundan almasını rica etmiştim.

Tanrım; ne olursun..dualarımı kabul et lütfen. Bugün güzel bir gün olsun. Bugün dünyaya yeniden geleyim.

 

 

8

Hüzün

 

Yol bitmek bilmedi sanki.

e(Z)el’e gidiyorum.

Sabahtan bu yana süregelen heyecanım sahil yoluna dönünce iyice doruğa çıktı.

Dinlediğim saz eserleri de sakinleştiremedi beni.

Nihayet onunla karşılaşacağım.

Bir keresinde fotoğrafından görmüştüm e(Z)el’i. Evindeki salonda fotoğrafı çekilirken öyle bir an yakalanmış ki, kıpır kıpır bir çocuk gibi. Yüzünde çok farklı bir tebessüm var.

Mektuplarında yazdıklarından şunu açıkça sezinledim ki,

İnanılmaz zarif biri olduğu çok belli. Oldukça da nazik.

Kendisini çok iyi yetiştirmiş. Bilgisi olmadığı hiçbir konuda fikir yürütmüyor. Ayrıca çok iyi bir araştırmacı.. Analiz kabiliyeti çok gelişmiş. Hemen her konuda mükemmel tahliller yapıyor. Neden ve sonuç ilişkilerini iyice araştırıyor, sorguluyor ve ondan sonra düşüncelerini oluşturuyor.

Kafasında acabalar hiç yok. Niyet okumuyor. Bu anlamda çok hoşgörülü ve anlayışlı.

Ben de tanışmamızın hemen sonrasında kullandığı bir terimi araştırmış ve ne anlama geldiğini bulmuştum.  Kendisine söyleyince çok hoşuna gitti.

İyi bir gün olacağından çok eminim. Bir defa paylaşacağımız çok şey var. Sanırım ondan öğreneceklerim de.

Yine de her şeyin başı güven. Ben ona çok güveniyorum ama onun da bana güven duyması önemli. Bunun için ona zaman ve şans vermeliyim.

 

9

Matematik öğretmeni Akgün

 

İstanbulluyum. Meslektaşım olan eşimden üç yıl önce ayrıldım. Bütün meslek hayatım İstanbul’da geçti. Eşimden ayrıldıktan sonra kalan son iki-üç yılımı anadolu’da bir kentte geçirmek istedim. Hiçbir yer belirtmeden tayinimi istedim.

Bu orta okula geçen yıl atandım.

İyi ki gelmişim bu kente. Anadolu’nun bütün motifleri bu kentte mevcut sanki. İnsanları inanılmaz saygılı. Hele çocuklar o kadar güzeller ki.

Yolda,çarşıda nerede görseler neredeyse yerlere kadar eğilip selam veriyorlar. Hatta dükkanlarından alışveriş yaptığım bazı öğrencilerimin babaları, “aman hocam olur mu ” diye para almıyorlar.

İzzet ikram da cabası.

Ne var ki çocuklar ilkokulda yeterli alt yapıyı alamadıklarından matematikte bir hayli zayıflar. Hatta biraz da soğuk duruyorlar matematiğe karşı.

Mesela bu 2/b şubesinde en önde bir başına oturan ufaklık ile iki hadi bilemediniz üç öğrenci dışında derste çok yetersizler. Sınav sonuçları da spor toto tahmin kuponu gibi.

Sıfır,  bir ya da en fazla iki. Üstelik on üzerinden.

Sıkıldıklarını bildiğimden dersin bir bölümünü onlara hiç değilse farklı alanlarda yararlı olayım diye sohbetle geçiriyorum. Her dersin sonunda da onlara bir de şarkı okumayı alışkanlık haline getirdim.

Bütün çocukluğum ve gençliğim ve tabi ki meslek hayatım İstanbul’da geçti. Orada yaşayıp da Türk müziğine ilgi duymamak neredeyse imkansız.

Benim için de öyle oldu. Bizim evde zaman zaman fasıllar kurulur, şarkılar okunurdu.

İşte o dönemlerden aklımda kalan şarkıları bu çocuklara okumak hoşuma gidiyor. Bazen sözlerine takılıp kırıta kırıta gülüyorlar ama olsun. Mutlaka akıllarının bir yerlerinde kalacaktır diye düşünüyorum.

Aslında sınav yapacaktım bugün. Ancak baktım hiç keyifleri yok, vazgeçtim. Bugün sınav da yapmayalım ders de, şarkı okuyalım dedim. Pek keyiflendiler.

Ama bir şartım var dedim. Bugün ben değil şarkıları siz okuyacaksınız. Önce bir uğultu koptu sınıfta. Sonra kim okumak ister diye sordum. Kimseden bir ses yok. Tam ümidimi kesmiştim ki, önde oturan ufaklık “öğretmenim ben okuyabili rmiyim? ” dedi.

Aslında bu ufaklık öteden beri dikkatimi çekiyordu.

Görüntüsü sanki ilkokul öğrencisi gibiydi. Bilemediniz en fazla beşinci sınıf öğrencisi gibi duruyordu.

” Peki ” dedim.

Ceketinin önünü ilikleyip yanıma geldi. “Ne söylemek istersin dedim, türkü mü ? ”

Doğrusu ben kendisinden bir çocuk şarkısı veya kentteki kazancılar çarşısında gezerken duyduğum çalışan çocukların söylediği bir yöresel türkü ya da  en fazla bir elleri ile kulaklarını kapatıp yanık sesleri ile avaz avaz bağırdıkları uzun havalardan birini bekliyordum. Ama önemli olan buraya çıkıp bir şeyler söylemesi diye düşünürken;

” Hayır “dedi,

“Ben de sizin gibi bir şarkı okuyacağım”

Bir defa şarkı okuyacağım demesi çok hoşuma gitmişti. Evet şarkı söylenmez okunurdu.

Hadi dememle önce başını yukarı kaldırıp bir şeyler mırıldanmaya başladı. Anladım sesleri bulmaya çalışıyordu. Sonra elini bir-iki aşağı yukarı doğru salladı ve başladı.

 

Reng-i ruhsârına gülgûn dediler (*)

Şive-i hüsnüne efsün dediler

Hal-i şüridime meftun dediler

Sana leyla bana mecnun dediler..

 

Nutkum tutulmuştu. Böyle bir yerde, Anadolu’nun bu ucra köşesinde, üstelik henüz çocuk yaşta biri böyle bir asude şarkıyı okusun.

Bu inanılmazdı.

Şarkıyı pek ağdalı okudu. Vurgular neredeyse mükemmeldi.. Vucut şarkı ile bütünleşmişti.

Kucakladım öptüm kendisini. Çok duygulanmıştım.

Şarkıyı nerede öğrendiğini sordum

“Babam dedi. Babam öğretti bana”

Yine de kafamda bir soru takılı kalmıştı. Tamam ama sözlerini doğru okudu mu acaba.” Sen bu şarkının sözlerini bana yazar mısın” dedim.

“Peki öğretmenim “dedi. Sırasına gitti..Defterinin tam ortasını, bağlantı yerini açtı..Dikkatlice sağlı-sollu sayfayı kopardı ve şarkının sözlerini kağıda yazdı.

Evime gittiğimde üstümü bile değiştirmeden önce hemen Ethem Ruhi’nin  antolojisini açtım.

Şarkının sözleri ayraçlarına varıncaya kadar bire bir aynıydı.

(*)Burada sözü edilen eser güftesi üryanizade Sait efendiye ait olan Şevki beyin Uşşak şarkısıdır.

Aynı güfte daha sonra Erol Sayan tarafından rast makamında bir kez daha bestelenmiştir

 

 

 

10

Sahilde o akşam

 

Adam gözlerini kadının gözlerine dikmiş,sanki gözlerinin içine girecek gibiydi.

Kadın ise bir eli adamın kolunu hafifçe çekiştirip hadi derken adamın söyleyeceğini ilk kez duyacakmış gibi heyecanla bekliyordu.

O sırada önce pembeye dönüşen gökyüzü hafif hafif kararmaya, ay ise tabak gibi kendini göstermeye başlamıştı.

Hatta bir-iki yıldız gökyüzüne salınarak arz-ı endam ediyorlardı.

Deniz iyiden iyiye laciverte dönüşmüş dalgalar kıyıya vurmaya başlamıştı.

Balıkçı barınağından çıkan küçük sandallar körfezin iç kesimlerine doğru açılıyorlardı. Hepsinde bir başka hengame. Canhıraş çalınan arabesk şarkıların sesleri körfezin derin ve sert sularına vurup vurup dağılıyordu.

Balıkçılar gibi martılarda nasip peşindeydiler. Gökyüzünde daireler çize çize dolaşıyorlar, aniden kendilerini suya bırakıp, hatta bir miktar suya batıp ağızlarında minik balıklarla tekrar gökyüzüne doğru süzülüyorlardı.

Bu sahilde ne çok yaşanmışlıkları vardı..

Adam, bu sahildeki her şeyde olmak isterdim diye içinden geçirdi.

Onun bastığı toprakta bile.

 

11

Fırıncı Hristiyan Samo

 

Fırıncıyım ben. Adım Samuel ama burada herkes bana fırıncı Samo der.

Valla böyle kıt kanaat geçiniyoruz işte. Tırnaklı çarşı ekmeği de yapıyorum ama burada ekmekler genellikle evlerde hazırlanan hamurlardan yapılır.

Kadınlar önceden ekşittikleri hamurdan elde ettikleri mayalarla hamurlarını yoğurup teştlerine koyarlar, üstünü de çitle örtüp bana getirirler.

Artık pişirmesi de bana kalır. Pişirdiğim her hamurdan bir parça ekmeği göz hakkı diye alırım. Bir de verirlerse üç-beş kuruş . Nafakamız çıksa yeter.

Okullar kapandı kapanalı bizim manifaturacı Zarif’in oğlu her öğlen üzeri elinde önceki ateşi külle kapatılmış küçük mangalı ile benim fırının eşiğinde görünür “Samo amca, Samo amca babamın selamı var, bana bir kürek ateş verir misin ? “der. Manifaturacı Zarif dediğime bakmayın. Esaslı adam olduğundan buralarda adı böyle çıkmıştır.Bu hakiki adı değildir. Eli cömerttir. Valla ne yalan olsun hristiyan-miristiyan demeden hepimize de yardımı olmuştur.

Çocuğu da daha önceki yıllarda ablaları ile birkaç kez fırına geldiğinde görmüştüm.

Bir ramazan bayramı arefesinde bir eli  ile ablasının elini sıkı sıkı tutmuş diğer elinde ise bakır kap içinde küncü ve çörek otu vardı. Hatta ablasına “abla Samo amcaya söyle çöreklere küncü çok atsın “diye söylenip durmuştu. Ablası da “hele sen bir sus bakayım,sen ondan iyi mi bileceksin,Samo amcan bu işin ustasıdır” diye kızarken, bana dönüp ” Samo amca sen bu dilbazın kusuruna bakma ” demişti..

Çocuğa ateşi vermesine vereyim de götürünceye kadar muhakkak kendini yakar. Onun için benim çırak Nevzat’ı tembihledim.O hergün mangalı çocuğun mısır sattığı köşeye kadar götürüp bırakıyor, zaten hemen yanıbaşımız neredeyse.

Kapıdan çıkmadan önce her seferinde elini cebine atar, “Samo amca borcum ne kadar “diye sorar ? ” Ben de baban önceden verdi, selam söyle yeter ” derim. Bir gün yine ” borcum ne kadardır ” diye sorunca, “bugün baban para bırakmayı unutmuş herhalde, sen en iyisi ateşe karşılık iki mısır pişir ver “dedim.

Döndü ” başım üstüne Samo amca ” dedi.

Başım üstüne he.

Vay namussuz şimdiden esnaf olmuş valla.

 

12

Sen şimdi neredesin “Hüzün”

 

Ey gözlerimin en mahrem damarlarından kızıllıklara akmış yaşlar. Ey kanatlarına rüzgarı bağlamış coşkun duygularım..

Aşklara hüküm sürmüş bu dağlar, ovalar, denizler ve dahi  kırlangıçlara yuva olmuş ağaç dallarının arasında bel bağladığım renkler.

Bu umut, bu güneş elbet bizi uyandırır ebediyete dalmasak erkenden.

Üç-beş günlük ömür dediğimiz bu esrarlı hayattan bahara ermeden kış mevsiminde çekip gitmek  var mı dır ?

Ya ruhumun ıssız, sakin derinliklerinde lav fışkıran aşklarım denizlere kavuşmadan çekip gitmek.

Bir rüzgar ki yaşadığım;  ömrümüzün belki de açık kalmış tek penceresinden ışığı görmek için çırpına dursun , vuslat yakın ya da uzak ne fark eder.

Bu ağaçlardaki yapraklar göz yaşlarım ile büyüdü,

Sen orada dur yeter.

 

13

e(Z)el

 

Öncelikli olarak iki seçenek belirlemiştim kendime. Karşımda mektuplarından biçimlendirdiğim adamdan farklı birini bulursam oralardan uzaklaşmadan , yakınlarda bir yerde bir çay içip vedalaşmak ya da  bir müddet onunla oturup Hüzün’ü mektuplarının dışında olabildiğince tanımaya çalışmak.

Çocuklarıma da en geç saat on yedi ’ye kadar evde olacağımı söylemiştim.

Hiç de öyle olmadı.

Ruhum  engin denizlere serildi ve teslim oldu .İçimde kasırgalar gibi esen fırtınaların önünde savrulup durdum.

Bir başka alemlere dalıp gitmiştim.

Evime ancak gece yarısına doğru dönebildim.

Elimde içinde ne yazılı olduğunu çok merak ettiğim iki zarfla.

Birinin üzerinde “ senden bana” yazıyordu, diğerinde ise ” benden sana”

 

 

14

Hüzün

 

Umarsız bir gidiş değildi bu. Sanki yüzyıllardır süren bu kahredici özlemin yaktığı ateşi bir çırpıda dindirip atacaktım içimden. O umut, o sevinç,o heyecan her yanımı çepeçevre sarmıştı. Olası bir hayal kırıklığı yaşayacağımı ise neredeyse aklımın ucundan dahi geçirmiyordum. Kaldı ki ben insanların görünmeyen yüzlerini önemsiyordum. Yani yüreklerini..bu güzel,bu yiğit yürek e(Z)el’ de fazlası ile vardı. Bundan hiç şüphem kalmamıştı. Üstelik onu daha görmeden bile.

Arabama bir kuğu gibi süzülüp oturmasından sonra  çok kısa bir süre ile, bir an duraksadı. Sonra yüzünde insanı mest eden o tebessümü ile bana döndü. ben ise donup kalmışım öylece, rüyadayım sanki.

“İlerideki sahil kasabasına gidebilir miyiz “dedi..”Ben orayı çok severim”

Birine dilinden dökülen sözler bu kadar yakışabilirdi. Biri giydiklerini bu kadar güzel taşıyabilirdi. Biri bu kadar güzel gülümseyebilirdi.

Ve neticede biri ancak bu kadar zarif olabilirdi.

İşte bu kişi. e(Z)el di..

O güne kadar bu sahil kasabası gözüme  hiç bu kadar güzel görünmemişti. Günün kavurucu sıcağı bile neredeyse bir anda yok olmuştu..

Bir ara , kasabada denizi gören kır kahvesinde oturduğumuzda çantasını usulca açıp bir paket çıkardı içinden “bu günün anısına senin için aldım,lütfen kabul eder misin ” dedi.

Heyecanla açtım. Ahmed Arif’in hasretinden prangalar eskittim adlı şiir kitabıydı.Bu güne ne çok uyan bir ismi vardı kitabın. Hasretinden prangalar eskittim. Aman Allahım. Üstelik ben Ahmed Arif’i çok severdim. Çocukluğumun bir kısmı,sonrasında da memuriyetimin bir bölümü onun memleketinde geçmişti. Şiirlerindeki vurguları anlamamam imkansızdı. Muazzam bir dili vardı Ahmed Arif’in.  Ve kocaman bir yüreği. Hele hele oralarda yaşanan bir vak’ayı,General Muğlalı Mustafa Paşa olayını anlattığı otuzüçkurşun şiiri neredeyse dilimde pelesenk olmuştu. Uzun bir şiirdi..bir kısmında anlatımını şöyle dökmüştü mısralara.

 

Vurulmuşum *

Düşüm gecelerden kara

Bir hayra yoranım çıkmaz

Canım alırlar ecelsiz

Sığdıramam kitaplara

Şifre buyurmuş bir paşa

Vurulmuşum sorgusuz sualsiz.

 

Kirvem hallarımı aynen böyle yaz

Rivayet sanılır belki

Gül memeler değil

Domdom kurşunu

Paramparça ağzımdaki.

 

Ölüm buyruğunu uyguladılar

Mavi dağ dumanını

Ve uyur-uyanık seher yelini

Kanlara boyadılar

Sonra oracıkta tüfek çattılar

Koynumuzu usul usul yoklayıp

Aradılar

Didik didik ettiler

Kirmanşah dokuması al kuşağımı

Tespihimi tabakamı alıp gittiler

Hepsi de armağandı acemelinden.

 

Bundan daha güzel bir hediyeyi düşünemezdim bile. Karar verdim ömrümün sonuna kadar bunu saklayacaktım. Benim hediyelerim ise çantamdaydı. Onun açısından gelişmeler neyi gösterecek bilemiyordum.gün sonunu beklemeye ve vereceksem de son anda vermeye karar verdim.

Dört mevsimin dışında bir bahardı o gün yaşadıklarım.Dikenler bile gül kokuyordu gönlümde. Yorulmuş yıllardan sonra nihayet içimde kıpır kıpır esen ve fırtınaya dönüşü bekleyen bir rüzgar, yüzümde çoktan bu yana unuttuğum tebessüm yeniden gün yüzüne çıkmak için koştura dursun  mahcup ve bir o kadar da çekingen benliğim, e(Z)el’in olağanüstü güzellikteki edası ile huzuru buluyordu.

O bir başkaydı. Bunu anlamak için kahin olmaya gerek yoktu.

Aşklar yarım sevdalar korkak değildi.

Gönlümü prangalamış bu zincirlerden kurtarmalı ve aşkın kollarına kendimi bırakmalıydım.

Düşlerim çok uzak görünüyordu. Oysa çok yakınlarımdaymış.

Onu tanıyınca anladım,

Meğer ne çok sevdiğim şiir, ne çok sevdiğim şarkı varmış.

 

*Kaynakça : Ahmed Arif, Hasretinden prangalar eskittim/ Cem yayınları

 

 

 

15

Ana

 

Yere batasıca mı desem, yoksa canı sağolasıca mı desem bilemedim. Küçükken çok yaramazdı bu Hüzün.Yapmadığı iş, işlemediği halt kalmamıştır billahi. Ablaları ile sabahtan akşama arkasından koşmaktan telef olurduk.

Esasında bunu doğurmayacaktım. Ama ne yaparsın ki kader-i ilahi demişler. O’na gebeydim. O sıralarda  ağabeyi de ikiyi bitirmiş üç yaşına girmişti. Topaç gibi bir oğlandı.Üzerine babası da titrerdi ben de. Ablaları etrafında pervane gibi dolanırlardı. Evimizin gözbebeğiydi, nuruydu, nasıl uslu ve akıllı bir çocuktu anlatamam.

Bir akşam aniden ateşlendi. Ne olduğunu bile anlayamadık. Gece sabaha karşı su istedi, hepimiz ayaktaydık zaten. Suyu içerken ruhunu teslim etti.bardak tuz buz oldu ağzında. Kuş oldu kanat takıp uçuverdi ellerimizin arasından..

Çok çile çektim onu kaybedince. Evimize karabasanlar girdi sanki. Günlerce ağladım, döşeklere sığmaz oldum,.

Ondan sonra babası ısrar etti bunu doğur diye, belki yine oğlan olur acımız diner dedi. Böylece doğurdum Hüzün’ü.

Günahı sevabı boynuna babası daha küçükten şımarttı bunu. Akşam eve gelince dizlerine oturttur ona hikayeler okur, şarkı öğretirdi. Herif herif şunu şımartma desem de nafile.

Ben size yirmi diyeyim siz otuz deyin her bir işi yapacağım diye tutturmuştur. Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Gün, Günaydın, Tan diye bağırarak  koştura koştura gazete satmasından tutun da aklınıza ne gelirse artık. Hadi hepsini bıraktık, nereden öğrendiyse babasının dükkanından getirdiği amerikan bezi ile bizim sokaktaki  örtmenin her iki tarafını kapatıp etrafına topladığı mahallenin çocukları ile oyun oynayacağım seyredenlerden de bilet parası alacağım diye tutturdu. Akşamları radyodan dinlediği arkası yarın piyeslerinden mi öğrenmiş nedir anlayamadım. Kısacası aklı hep şeytanlıkta. Büyüyüp büyümüp de sonra küçülmüş sanki.

Ama esas rezil rüsva olduğumuz başka.

Benim herifin ilk hanımından olan oğlu Halil’in berber dükkanına çırak verdik bir ara. Ağabeyi mukayyet olur dedik. Halil ağabeyinin dükkanına hatırı sayılır insanlar gelirdi. Bir gün berber dükkanına gelen öğretmenlerden birine, hoca hoca, ver bir kere borca deyip ,bir de eli ile alkışlamaz mı. Ağabeyi iki gözü iki çeşme elinde sopa ile eve kadar kovaladıysa da  zavallım bir hafta,on gün dükkanını açmadı, ele güne rezil oldum, çarşıya gidecek yüzüm kalmadı diye yazık,

Babası elinde tepsi tepsi baklavalar, kadayıflarla hocayı ziyaret etti evinde kaç kez. Hoca,  yahu bu çocuk, ne anlar bunun ne anlama geldiğini, bırakın üzerine gitmeyin dediyse de vallahi yerin dibine battık kısacası.

 

 

16

Sen şimdi neredesin “Hüzün”

“ devamla”

 

Bu seçilmiş yalnızlıkta yaşamayı tanımaya çalışmanın yorgunluğu içinde düşlerim bile çoğu kez gri, ama her zaman flu.

Zamandır kanayan yüreğimde, almış başını ağır ağır gidiyor.

Zordur sevgiliden, yardan ayrılmak. Sızısı yüreğinde kalır. Hatıralar dost kervanı gibi gece demez gündüz demez gözünün önünden gelir geçer daima. Sen ne dersen de, bunlar unutulmaz, unutulmaz.

Bana kattıkların, bana öğrettiklerin için sana ne diyebilirim ki. Kuru bir teşekkürden başka.

Kahredici yalnızlık içinde keşkeler dilimde, yokluğunda da seni yaşamaya devam ediyorum. Bazen hafif tebessümlerle bazen yüreğime indiğinden ağlayarak.

Biliyor musun, senin için ağlamak bile güzel.

Şafak her sabah yeniden atıyor bir önceki gün gibi. Her gün yokluğunun acısını daha çok hissediyorum, nafile umutlarla avutuyorum kendimi.

Miadımız mı dolmuştu sanki.. Zamansız rüzgarlar gibi ayrıldık seninle.

Anladım, anladım..

Seni anlatmaya ne şiirler yetecek ne de şarkılar.

Elimden başka hiçbir şey gelmiyor, seni beklemekten başka.

 

17

e(Z)el

 

Eve geldiğimde çocukları sinirli, neredeyse burunlarından solurken buldum. Hafif de olsa ilk kez bir tartışma yaşadık önce. Oysa onlara Hüzün ’den söz etmiştim,  geç kalacağımı anlayınca telefonla bilgi de vermiştim.

Yine de pek haksız sayılmazlardı. İlk kez çıktığım bir adamla,  üstelik gecenin bu saatine   kadar dışarıda kalmamı eleştirdiler. Onlara o gün nelerin olduğunu, neler  yaşadığımı anlatmaya çalıştım,  zaten çocuklarım ile zaman içersinde arkadaş gibi olmuştuk.

Babaları ile hiç barışık değiller. Babaları haftada bir gün, cumartesi günleri onları görmek, iletişim kurmak  için bize gelir. Vicdan mı yapıyor bilmiyorum ama doğrusu haftada bir gün gelmesinin dışında çocuklarla en küçük bir teması dahi yok.

Çocuklar ise babaları gelmeden hazırlıklarını yapıyor ve türlü bahanelerle dışarı çıkıp ancak babaları gidince eve dönüyorlar. Biz de eski eşimle öylece oturup havadan sudan konuşuyoruz. Benzer mesleklerimiz var, onun alanı ile benim alanım neredeyse iç içe. Biraz da siyaset yapıp memleketi bilmem kaçıncı kez kurtarıyoruz.  Hepsi bu kadar. Zaten başkaca paylaşacağımız hiçbir şey yok.

Çocuklar bir taraftan beni eleştirirken diğer taraftan da anlattıklarımı merakla dinlediler. Aslında benim mutluluğumu görmek istiyorlardı. Anlattıkça da keyiflendiler. Ben her ne kadar bitti, işte hepsi bu kadar dersem diyeyim onlar ha bire sonra, sonra ne oldu, sonra ne dedi deyip durdular.

Benim aklım fikrim ise Hüzün ‘ün son anda utana sıkıla elime tutuşturduğu zarflardaydı. Kim bilir içlerinde neler vardı. Acaba neler yazmıştı.

Büyük kızım sanırım bugünü daha çok konuşmak için, kendisi ile beraber üniversiteye hazırlık test kitabından soru çözmemizi istedi.  Ne kadar da, artık geç oldu hadi yatalım desem de  başaramadım. Oysa ben onların bir an evvel yatıp uyumalarını istiyordum.

Hüzün ’den etkilendim. Onu düşünmeden edemiyorum. Onu düşünmem için bir çok neden var ama ,

Sanırım ben bu adamın en çok  kalbini sevdim.

 

 

18

Matematik öğretmeni Akgün

 

O günden sonraki ilk Cumartesi günü Hüzün’ ün babası ile tanışmak için çarşıya gittim. Eşraftandır, manifaturacı Zarif diye kime sorsanız bilirler demişlerdi. Hakikaten de dükkanını kolaylıkla buldum.

Beni muazzam bir misafirperverlikle karşıladı. Hele bir de Hüzün’ ün öğretmeniyim deyince ilgisi daha çok arttı.

Önce; “yine bir şey mi yaptı bizim oğlan, öyle olmuş ise siz lütfen kusuruna bakmayınız, o daha çok küçük” dedi.

“Hayır “dedim. “Hüzün geçen gün sınıfta bize bir şarkı okudu., çok etkilendim. Babam öğretti demişti, hem sizinle tanışayım istedim hem de acaba hüzün’ ü müziğe mi yönlendirseniz diye konuşmaya geldim”

“Hocam “dedi. Sesi yumuşacıktı. “Henüz bilemiyorum. Annesi daha farklı düşünüyor, benim oğlum kolalı gömlek, ütülü pantolon giysin, kravat takıp memur olsun da masa başında çalışsın istiyor. öyle özeniyor herhalde. hatta geçenlerde benimle hüzün yüzünden dövüştü. Sen buna şarkı öğretiyorsun, barda-pavyonda şarkı mı söyleyecek yoksa çengilere saz mı çalacak dedi. Oğlan da aynı anda bir çok şeyi bir arada yapmaya çalışan biri. Herhalde biraz zamana bırakmak gerek” dedi.

Bu arada çaycı kahveden çayları ve kahveleri ha bire taşıyor, sonra da kulağının arkasından tebeşirini çıkarıp dükkanın taş duvarına çentikler atıyordu.

Konuştukça ilgimin Hüzün ’den çok babasına yöneldiğini fark ettim. Çok kibar ve nazikti. Adı gibi zarifti hakikaten. Kendisini tanımak istedim. Buralardaki insanlardan farklı bir resim gibi duruyordu.

Romanya Türklerindenmiş ailesi. kendisi altı yaşındayken Türkiye’ye göç etmişler. Bir de bir kız kardeşi varmış. O günlerde  henüz birkaç aylık ve annesinin kucağında kundaktaymış. Babasının yemenici ustası olduğunu söyledi ama daha fazla ileri gitmedi. Nedense konuyu birden bire burada kesip başka şeyler konuşmak istedi. Çok duygulanmıştı ve ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Yüzünde çok ama çok derin ve acı izler belirdi birden. Meraklanmıştım ama üsteleyemedim.

Müsaade isteyip kalktığımda beni büyük bir hürmetle yolcu etti.

Yolda düşündüm. Hüzün ‘ün babasını daha çok tanımak için samimi olmaya ve öyküsünü öğrenmeye karar verdim.

 

19

Aşk

 

Bir gün kapın çalınır aniden.

Önce görünmez ufuklardan bir el uzanır paslı küflenmiş tokmağa.

Ne zaman, nerede, nasıl olacağını tahmin edemezsin.  Kimdir, nedir, nerededir sorgulayamazsın,bilemezsin.

İsterse bütün dillerde yazılmış olsun, hiçbir sözcük onu anlatmaya yetmez. Kapı hepsinden farklı bir dilde, farklı nüansla ve genellikle farklı tonla çalınır.

Ruhun daha o anda alabora olur, kabarır. Gönlün yangın yerine döner, alevler sarar dört bir yanını. Dilersen yeryüzündeki bütün denizlerdeki suları bir araya toplarsın yine de ateşini söndürmeye yetiremezsin.

Varlığından huzur bulursun. Yokluğunda gönül ızdırabına dayanamaz, onsuz yapamazsın, gördüğün her şeyde yalnız o vardır. Yolda, kırda, bahçede. Bütün zamanlarda yer ve mekan gözetmeksizin resim hep karşındadır.

Rüyalarının baş oyuncusudur. Okuduğun kitabın satır aralarında, izlediğin bir film ya da  oyunda canlandırılan karakterlerde arar onu bulursun. Çalınan bir şarkıda onun sesini duymak istersin.

Yaşamın artık iki kişiliktir.

Evindeki çiçeklerin tamamının adı onun adıdır, renkleri onun renkleridir. Eflatunlar, kırmızılar, morlar, hele hele beyaz güller hep onu anlatır.

Kapıyı çalanı tanımamak imkansızdır.

Gelenin adı,

Aşktır.

 

I.Bölümüm sonu

 

II.bölüm

 

20

Sen şimdi neredesin  “e(Z)el “

 

Düşlerim gecelerden kara, düşmüşüm hayat denen bu çamurlu denize. Ömrümün yaşanmamış feryatları kim bilir şimdi nerelerde.

Tükenmek bilmez gidişinin ardından bakakaldım bunca zaman , kör olmuş renkler lal olmuş diller var şimdi penceremde.

Bir zamanlar hiç değilse seni istediğim gibi düşleyebiliyordum. Çalan bir kapı ziline koşar, adımlarını sayardım gizlice.

Ben yine de seni özlemekten bıkmadım.

Peki ya sen ?

Ne olursun gitme kal derken ellerini sıkı sıkı tutuşumu ve giderken ardından bakışımı unuturum diyebildin mi.

Yokluğunun ızdırabını kaç asırdır çekiyorum bir bilsen. Mevsimler bile hep karakış. Pencereden seyrettiğimiz yağmurlar da yok artık bak.

Yoruldum izini sürmekten, ne ıssız sokaklar kaldı seni aramadığım, ne de hüzünlü şarkılar,

Yoksun.

Umutsuz da olsa bekleyişlerim hala çok sıcak. Bir de çıkıp geliver sahile Allah aşkına.

Ya da gizli bir el ol yeniden, dört mevsim bahar gibi süzülüp süzülüp, gel de çal kapımı. Gel ki yüreğimden ızdırabın dışında bir çığlık yükselsin semaya.

Ya da gözlerime vursun silüetin, orada kal.

Orada kal…

 

21

Halil

 

Hüzünle babadan bir,  anneden ayrı kardeşiz. Annemin vefatından sonra babam hüzün ‘ün annesi ile evlendi, daha çok mecburiyetten.

Öksüz olmak zor zanaat.  Kime söz etsem üzülme diyor ama, bilmiyorlar ki o annemdi ve giderken her şeyimi de beraberinde götürmüştü. Bir çok kez kendimi ölümün kollarına hediye etmek istedim ama yapamadım.

Analığım arada sırada, bana ve ablama “vah vah “  deyip acıyor görünse de, doğrusu ne çocukluğumuzu yaşayabildik ne de gençliğimizi. Üvey evlat olmak hiç de kolay değil, Her zaman itilip kakıldık. Babam zavallı iki arada kaldı hep. Ablam erkenden evlenip kurtuldu ama ben rahat edemediğim gibi ,analığımın yaptıklarından  dolayı  babam da hiç huzur bulamadı. Canı sağ olsun suyu biraz serttir analığımın, herhalde babasına çekmiş.

İlk okuldan sonra okuyamadım, babam kolunda altın bileziğin olsun, bir meslek sahibi ol diye beni berber Süslü Ahmet’in yanına çırak verdi. Üzerimde hakkı çoktur  ustam süslü Ahmet’in ..Çıraklık, kalfalık derken gün geldi usta oldum. Babam bana hemen bir berber dükkanı açtı. Zamanla çok iyi müşteri tuttum, iyi para kazanmaya başladım.  Berber şeker Halil diye nam saldım şehrimizde.

Ben büyüdükçe evde kavgalar da büyüdü. Bir zaman sonra çareyi Adapazarı ‘na  akrabalarımızın yanına gitmekte buldum. İşimi yeniden kurdum epey bir vakit orada yaşadım. O ayrılıklarda aynı anneden olmasak da  kardeşlerimi çok özledim. Hele ki  Hüzün ‘ü.

Arada postaneye gider  çağırmalı telefon açardım babama. O postaneye benimle konuşmaya geldiğinde muhakkak hüzün ‘ü de getirirdi. “Abi ne olursun gel artık” derdi. Sonra da konuşur konuşur ağlaşırdık telefonda.

Hafta sonları gözlerimin içine bakardı hüzün,  beni de maça götür diye. Bazen de maç günü stadın kapısında beni bekler bulurdum onu. Beni daha uzaktan görünce nasıl sevinerek koşar gelirdi yanıma, elimi tutar içeri girerdik beraber. Bütün futbolcuların adını ezbere bilirdi. Üstelik lakapları ile. Erkenden eve geldiğim günlerde geniş avlumuzda lastik topla maç yapardık hüzünle. Bir seferinde babam da katılmıştı bize ama ayağını yerdeki bazalt taşına vurup epey bir kanattı, hastaneye yetiştirdik zar zor.

Bilmem onlara yani kardeşlerime yeterince ağabeylik yapabildim mi ?  Ama onlar Allahları var çok vefalı çıktılar. Gece demeden gündüz demeden beni aradılar, hal hatır sordular, başım ağrısa koşup geldiler . Sağ olsunlar, var olsunlar kardeşlerim.

 

22

Hüzün

 

Sevdaya dair hiç bir yaşam belirtisi yoktu hayatımda.

Avuntularla oyalansam da,  sonbahar yaprakları gibi kurumuş , solmuş renkler vardı ardımda.  Hiç yaşanmamışlıklar, vuslata erememiş düşler  kahırlara dönüşmüştü,  keşkeler dilime dolanmıştı.

Göçebe kuşları kovuğunda barındıran ağaçlar kadar bile hür ve mutlu değildim.

Dualar da yetmez olmuştu artık.  Geldim ve gidiyorum,  işte hepsi bu kadarmış deyip çaresizliğin pençesine düşmüştüm neredeyse.

Oysa  e(Z)el ile sanki cennet bahçelerinde gezinip durduk gün boyunca. Yangınların sönmediği ormanlardı her yanım.  Karşı konulmaz arzular birikti içimde. Yüzüne gizliden gizliye baktıkça çevrilmiş aynalarda gördüm kendimi.

Bir ihtişam, bir zerafet ki baş döndüren, günün bitmemesi için daha çok dua öğrenmek gerektiğine o zaman karar veriyor insan.

Her şey iyi hoş da ben acaba o zarfları eline tutuşturmakla iyi mi yaptım yoksa kötü mü, buna karar veremedim. Buna hakkım var mıydı yoksa bir müddet beklesem daha mı iyi olurdu. Bilemiyorum ama, ben de bunlar da benim sana hediyelerim deyip  o zarfları eline utana sıkıla tutuştururken öyle bir memnuniyetsizlik göstermedi. Hatta merak etti, şimdi mi açayım diye sordu. Ben de lütfen evde aç daha memnun olurum dedim. Nezaketinden de olsa olumsuz bir tepki vermeyeceğinden eminim. Ancak zarfların içeriği onu ne kadar mutlu eder, işte bunu bilemiyorum,

 

23

e(Z)el

 

Çocuklar gece boyunca şımarıp durdular. Anladım ki ders çalışmak veya sınav testleri çözmek istemeleri bahane. Birbirlerine yastık fırlatıp bir odadan diğerine koşuşturup durdular.

Bir tatlı, bir tatlı heyecan içindeydiler ki, sanki annelerinin yaşayacağı büyük aşkı şimdiden hissetmişler gibi, Bereket versin alt katımızda bulunan işyeri gürültülü bir yer , çocukların koşuşturmalarından rahatsız olacakları yok.

Neyse ki; neredeyse sabaha karşı yorgun düşüp uyudular. Artık içinde ne olduğunu merak ettiğim zarflara bakabilirdim. Hüzün ‘ün özellikle vurguladığı gibi önce üzerinde “senden bana “ yazılı olan zarfı bir çırpıda açtım.

Koca kağıtta yazılı olan sadece iki bölümden oluşan bir şiirdi ve şöyle başlıyordu.

 

Gel,

Bu yaz beni yine sahilden al sevgilim

Pembeleri kuşanıp

Seni bekleyeceğim

Deniz herhalde duru olur o sıralarda

Sarar uyutur aşkımızı

Mavi sularında

 

Şiirin daha ilk bölümünde dipten gelen dalga ile vurgunu yemiştim. Benim ağzımdan, benim gönlümden yazılmış bir şiirdi bu. Bunu hayal etmek dahi imkansızdı. Heyecanım gittikçe arttı, devam ettim.

 

Hiç bu kadar uzak kalmamıştık seninle

Bir kerecik olsun gel

Ecel gelmeden

Ne olursun

Sen bana gel

 

Diyerek bitiyordu şiir.

Sanki beni, bu günümü ve hatta yarınımı anlatan sözcüklerdi bunlar. Onu beklerken yaşadığım heyecanımı, özlemlerimi, düşlerimi ve hatta yaradana haykırışımı bir çırpıda anlatmış ve aşkımızı denizin duru sularının kollarına bırakıvermişti.

Kendisine önceden bildirerek giydiğim bluz’ ün rengini bile unutmamıştı.

Üzerinde “ benden sana “ yazılı olan zarfı açmadan önce  heyecanımı yenmek için uzun zamandır mutfaktaki dolabımda bekleyen şarap şişesini açtım. Bir kadeh kırmızı şarap içip sakinleşmeye çalıştıysam da nafile. Tekrar tekrar şiiri okudum.

Bu nasıl bir güzellikti tanrım,

Yaşanırsa bilinir dedikleri herhalde buydu.

 

24

Matematik öğretmeni Akgün

 

Hüzün ’ün orta okul son sınıfı okuduğu yıl ben de çok sevdiğim bu kentin soylu ailelerinden birinin kızı olan meslektaşım gülhan ile ikinci evliliğimi yaptım. Bu süre zarfında da hüzün ‘ün babası manifaturacı zarif ile ailece gidip gelmelerin dışında da neredeyse her gün görüşmeye başladık. Evet öyküsünü merak ediyorum ama zamanla anladım ki onunla beraber olma isteğim sadece bu merakla sınırlı değil. Çok halim selim biri manifaturacı zarif. Konuşurken insanı rahatlatan, öğretileri güçlü bir yanı var. Kendisini oldukça geliştirmiş.

Arada bahçeli bahar kahvesine ya da tüccarlar kulübüne gidip şehrin ileri gelenleri ile beraber benim de orada öğrendiğim ve hoşkin ya da nezere denilen ve bir hayli fazla deste kağıt ile oynanan oyunu oynuyoruz. Dostluğumuz ve arkadaşlığımız bir hayli gelişti lakin tanışmamızın üzerinden neredeyse iki yıl geçmesine rağmen çok merak ettiğim öyküsünü öğrenemedim.ne zaman bu konuyu açmaya kalksam hatıralarını konuşmaktan kaçındığını kolaylıkla fark edebiliyorum. Bunca zaman içinde öğrenebildiğim tek şey çok küçük yaşta, daha dokuz yaşındayken ailesinden koparıldığı. Daha sonra ailesini hiç görmemiş ve bir haber alamamış. Sadece babasının akıbetini biliyor, ama annesi ve kız kardeşi ile hiçbir bağlantı kuramamış. Yaşıyorlar mı, sağlar mı, sağlarsa neredeler bunu hiç bilmiyor.. babasının akıbeti konusunda çok önemli ve elem verici bir anısının olduğu muhakkak. Fakat bu nedir bilemiyorum.

O yine ser verip sır vermemeye çalışıyor ama ben ısrarlıyım. Bunu mutlaka öğreneceğim.

Hüzün ile de ilişkimiz daha da gelişti. Bu yıl orta sonu okuyor. Benim iki çocuğum var ve ikisi de İstanbul ‘da anneleri ile yaşıyor. Gülhan ‘ın ise ilk evliliğinden çocuğu yok..Ben ve Gülhan Hüzün ‘ü hem arkadaşımız hem evladımız gibi kabul ettik. Onunla o kadar çok şey paylaşıyoruz ki.

Uzun zamandır İstanbul’da tamir için bıraktığım udumu getirttim. Fırsat buldukça şarkı çalıp okuyoruz hüzünle. O öncelikle şarkının sözlerini anlamak istiyor, babası söylemiş, bir şarkının öyküsünü ne kadar anlayabilirsen o kadar güzel okursun demiş. Şarkının sözlerini sık sık soruyor bana.

Bu gün yine bizde otururken Gülhan;  Hüzün bize bir şarkı okusun dedi.  Bunu hiç unutamam. Şarkıya geçmeden önce şarkının bestecisi Kemençeci Aleko Bacanos ile babasının dayılarının İstanbul’da beraber çalıştıklarını anlattı, sonra da ” ama biz şimdi onların nerede olduğunu bile bilmiyoruz ” dedi.

Bundan anladım ki Hüzün babasının öyküsünü biliyor.

Bugün bize Kemençeci Aleko Bacanos ‘un Acemaşiran şarkısını okudu.

 

Gel ey denizin nazlı kızı nûş-i şarab et

Çık sahile gel sinede bir âlem-i âb et

Mestane bakışlarla beni mest-i harâb et

Çık sahile gel sinede bir âlem-i âb et

 

Bu şarkıyı dinleyince kendimi bir anda İstanbul ‘da, Kandilli sahillerinde buldum. Çok severdim Kandilliyi. Muhakkak pek çok aşklar yaşanmıştı Kandillide. Orada ne şarkılar çalınıp söylenmişti kimbilir.

 

 

25

Sen şimdi neredesin “ e(Z)el

(devamla)

 

Hoyratça yaşanan bu anlamsız ayrılığın ardından kalabalıklar içinde yalnızım artık.

Gidişinin ardından epeyi bir zaman geçti, alışamadım sensizliğe, yokluğunu kabullenemedim,  unutmak dersen bu zaten imkansız.

Ben her akşamüstü pencerede ya da balkonda durup buralardan geçer misin diye yolunu gözlerken, çocuklar illa da seni unutamıyor.

Hele ki ufaklık.

Lise sınavlarına hazırlanırken okul çıkışlarında onu alıp dershanesine yetiştirmek için koşturup gelmeni, kendisini sevgi ile kucaklamalarını unutamıyor. Hatta  bu liseyi hüzün abimin sayesinde kazandım deyip duruyor..

Büyüğü de öyle,  telefonda konuşurken her seferinde seni soruyor.

Bayram sabahları ne güzel şeyler yaşamıştık hatırlarmısın. Giyinip süslenir seni beklerdik..Sen bayram harçlıklarını verirken nasılda sevinirlerdi. Galiba onlar baba duygusunu seninle tattılar.

Kaç kez hüzün abi neden artık bizde kalmıyor  demişlerdi biliyorsun.  Her zaman senin gelişini benim gibi özlemle beklerlerdi. Geliyorum dediğinde gözleri, kulakları hep kapıda olurdu. Sana sarılışlarını nasıl unutabiliriz ki.

Hayatımda her şeyim oldu, ama yokluğun her şeyimi aldı götürdü. Ben sensiz nasıl yapacağım,

Bunu bilemiyorum..

 

26

Sen şimdi neredesin “ Hüzün”

(devamla)

 

Bu güne çıkmaz gecelerde düşüncelerim kıvrım kıvrım olmuş, defterin bütün sayfaları dolu ve her bir satırında sen. Azap çemberinin içinde dönüp dönüp duruyorum.

Ay ışığı selinde dilimde senin adın, çekip gidiyorum ruhumun yalnızlıklarına, efkârlarım rüzgarın önünde sürüklenip dursun ölüm vuruyor kıyılarıma.

Tadını özledim seslenişlerinin. Bir de yanaklarından gözlerine değin uzanan dokunuşlarımı. Bir teki bile yere düşmemiş elek üstünde kalmış gülüşlerin berrak ve renkli bir fotoğraf gibi duruyor evimin her tarafında. Ne yapsam, neye baksam, nereye dokunsam sen oradasın. Bir de parmaklarımın ucunda duruyor resmin, gözlerimde hiç yer kalmamış gibi..

Ayrılığımızın yasını tutuyorum kaç zamandır. Hayat devam ediyor derlerse de inanma sakın,defter seninle açıldı, seninle kapanmak üzere yol alıyor saat başı kalkan bir tren misali.

Bugünlerde penceremin kıyısına konan bir kuşla konuşuyorum seni. Bir o yalnız bir de ben. Ben sensizim biliyorum, peki o. O kimden uzak. İçine içine bakıyor gözlerimin sanki senden bir haber getirmiş gibi.

Bir hat çekiyorum gözlerimle sahile doğru upuzun. Sonra bir vakitte o kanatlanıp uçuyor nazlı nazlı hat boyunca.Benden sana gelişler doğuruyor güzergahında.

Ne zormuş sevmeyi ayrılıklarda yaşamak.

Ne zormuş..

 

 

27

e(Z)el

 

İkinci zarfı kalbim neredeyse yerinden fırlayacakmış gibi açtım. Mektup sevgili e(Z)el diye başlıyordu.

Buna hakkım var mıydı bilemiyorum. Ama bugün sana verebileceğim en kıymetli hediyelerimin bunlar olabileceğini düşündüm. Biliyorum bunları sana vermek mutlaka çok zor olacaktır. Ancak şu anda elinde ve okuyor olduğuna göre demek ki başarabilmişim.

İlk zarfta yer alan şiirin içeriği elbette senin düşüncelerin değil. O anlatımı ve duyguları senden bana doğru akan bir ırmak seli gibi düşündüm. Kısacası buna benim düşlerim diyelim.

Biraz sonra okuyacağın şiirdeki duygular ise tamamen bana ait. Öyle resmettim sana ilk gelişimi. İlk heyecanımı yaşadım bugün üstelik bu yaşımda. Demek ki doğruymuş aşk kapımızı ne zaman çalar bunu bilmemizin imkanı yokmuş.

 

Ve şiir

 

Tam da bir öğlen vaktiydi

Sana ilk gelişim

Solumda sahil yolu

Deniz az ötesinde durağan

Fırtınalardı

Sana koşarken

Yüreğimden kopan..

 

Yaslanacak bir ağaç gövdesi

Sığınacak bir duvar ötesi

Eski zaman aşkları gibi

Seni sevdim küçüğüm

Gül yüzündeki gizemi

Derinden bakan gözlerini

Sevdim

Küçüğüm

Ben seni sevdim..

 

Küçüğüm. Ne güzel bir tanımlama yarabbim. Birden gecenin sessizliğini haykırışım bozdu. Evet dedim.  Evet o şiirdeki o anlatım bana ait, o duygular benim duygularım, sana doğru usul usul akan bir ırmak seliyim ben.

 

28

Canan

 

Hüzünle bu öğrenim yılı başından itibaren beraberiz ama onu bugün tanıdım. Ben edebiyat öğretmeniyim. En son Kütahya’daydık. Orduda subay olan eşimin tayini nedeni ile bu sevimli şehre geldik.

Anadolu çok ilginç bir coğrafya. Bu topraklar bir çok şair ve edip yetiştirmiş, böyle bir maya var herhalde buralarda. Sanırım hamuru iyi yoğurursak ortaya iyi şeyler çıkar mutlaka.

Ben de çocukluğumdan itibaren edebiyata çok düşkündüm, mesleğimi de özellikle seçtim. Okumayı çok severim, okuduklarımı öğrencilerim ile paylaşmayı da. Sanırım bu meslek benim gönül mesleğim, çok haz alıyorum..

Özellikle kompozisyon derslerinde çocukları yazmaya teşvik ediyorum. Bugün yine böyle bir gün, kompozisyon dersinde çocuklardan bir tasvir yapmalarını istedim. Hem yazı kabiliyetleri gelişir hem de okudukça kendilerine olan güvenleri artar, düşüncem bu.

Süre bitince sıra ile okumalarını istedim. Sağ en ön sıraya gelinceye kadar yazdıklarını okuyanların tamamı beni yani öğretmenlerini yazmışlardı. Ama sanki birer methiyeler manzumesi. Pek öyle elle tutulur bir şey yok.Hatta bir ara okumalarına son vermeyi de düşündüm ama sonra, belki içlerinden değişik bir şey çıkar diye sabretmem gerektiğine karar verdim.

İyi ki de öyle yapmışım.Son okuyacak olan çocuk, sağdaki en ön sırada sınıf kapısının hemen yanı başında yalnız oturuyordu. Biraz küçük cüsseli biriydi.Sanırım arkadaşları da onu akranları görmüyorlardı..Arada itip kaktıklarını ve hatta kafasına şakayla vurup durduklarını görmüştüm. Pek sesiz biriydi.

O okudukça şaşkınlığım arttı.

Sanki bir resim çizmiş ve o resmi anlatıyordu. Üstelik o resimdeki de bendim. Resim büyüdükçe büyüdü, kendimi elinde tuttuğu kağıt yaprakta görür oldum.

Sonunda; siyah ve kalın çerçeveli gözlüklerimin ardından onlara nasıl bir sevgi ile baktığımı anlattığı cümleden sonra kendimi tutamadım. Hiç unutamayacağım imdadıma zil sesi yetişti.

Hüzünle ilk  tanışmamız böyle oldu,

Sanırım onunla özellikle ilgilenmem gerekecek.

 

29

e(Z)el

 

Hüzünle sahil kasabasında görüşmemizin üzerinden tam altı gün geçti. Bugün günlerden çarşamba, ondan hala bir haber yok.

Her sabah bugün mutlaka mektubu gelmiştir diye açıyorum posta kutumu.  Yok, yok.Yine yok..

Karşılaşmamız onda nasıl bir etki bıraktı anlayamadım, tahmin de edemiyorum. Oysa yazdığı şiirlerden yansıttığı duygular aşkın varlığını anlatıyordu. Peki sonrasında ne oldu da suskunluğa büründü.

Belki de karşılaşma anına kadar çok etkilenmişti ve sırf o nedenle yazmıştı duygularını,  acaba bir hayal kırıklığı mı yaşadı bilemiyorum, bunu düşünmek bile azap verici.

Yoksa başına bir haller mi geldi. Ya da düşünüp bir aşka henüz hazır olmadığını hissetti de bu bir vazgeçiş mi. Kafamda bin bir düşünce ile boğuşuyorum.

Çok ama çok tedirginim. Neredeyse sarhoş gibi, günlük uğraşılarım artık hiç tat vermiyor. Sahildeki yürüyüşlerim bile keyifsiz. Yemeden içmeden kesildim sanki.  Gittiğim spor salonunun sahibinin bile dikkatini çekmiş bu ne dalgınlık deyip duruyor.

Çocuklar da merak ve endişe içinde beni süzüyorlar. Küçüğünün okulu yaz tatiline girdi ama büyüğü bu hafta sonu üniversite sınavına girecek, onlara ne kadar yansıtmak istemesem de anlamamaları imkansız.

Üstelik üniversite sınavı sonrası her yaz tatilinde olduğu gibi annemin yanına memleketimize gideceğiz. O zamana kadar onunla bir bağlantım olmazsa aradaki boşluğu nasıl doldururum bilemiyorum, herhalde bir daha görüşemeyiz..

Oysa ben ondan çok etkilendim. Yanındayken onca yıllık yalnızlıktan sonra ilk kez çok büyük bir heyecan ve güven içinde hissetmiştim kendimi.. Aşk, aşk dedikleri bu olsa gerek.

Aslında o gün de beni yine şaşırtmıştı, ufak bir çocuk gibi mahçup ve çekingendi ve hayran olduğum o mektupların içinden çıkıp gelmiş gibiydi.

Anlattıklarımı dinlemiyor görünse de hepsini birer birer belleğine kaydediyor, bunu denedim ve fark ettim. Güzelliği zaten burada. Çok duyarlı ve özenli biri hüzün.

Sonunda karar verdim, ben ona bir mektup yazmalıyım. Her ne olacaksa olsun, varlığını da, yokluğunu da bilmeliyim.

Kalemimi elime aldım ve yazmaya başladım.

Canım,

Sevgili Hüzün

 

30

Sen şimdi neredesin “ Hüzün “

(devamla)

 

Epeyi bir zamandır pus tutmuş yüzümden düşen bin parça, gülmeyi unuttum, hatta konuşmayı da neredeyse.. sensizim, kimsesizlerin kimsesiziyim, bir mum ışığına muhtaç kalmış yüreğim ile acılarına direniyorum yokluğunda..

Her gece titreyerek uyanıyorum artık.. sebepsiz yaşlar süzülüyor yanaklarımdan..girdim yine bildik karanlıkların koynuna..

Neye yarar ki göz yaşlarım, yüreğim aşkınla dolu olmazsa..

Neredesin, kiminlesin bilmiyorum.. hep seni bekliyorum, seninle dolu bir kalp ve yaşlı gözlerimle.. bir de beni an ne olursun gecelerin sessizliğinde, bak yıldızlar gülmez oldu artık. Ay zaten küsmüş halimize, sensizliğin en acımasız olduğu zamanlardayım.

Ne incindim ne de kırıldım sana. İnsan sevdiğini sadece güzellikleri ile anarmış bunu anladım. Sana da aşkına da hiç bedduam olmadı.  Dualarım zaten hep seninle..

Arada kaçıp kaçıp sığındığım sahil sensiz, deniz sensiz rüzgarlar bile sensiz. Seni arıyorum her yerde. Yemin mi ettin Allah aşkına, çık da gel bir akşamüstü gün batımında yine sahile, yıldızlar sönsün, ay batsın isterse.

Denedim hiç yapamadım sensizliği, meğer vedalardan neler neler kalıyormuş geriye.

 

31

Hüzün

 

13 rakamı uğursuzdur derlerse de sakın inanmayın. 13 haziran günü öğlen saatlerinde büroma gittiğimde posta kutumda bir mektup gördüm, gönderen kısmında e(Z)el ’in adı yazıyordu.

 

Canım,

Sevgili Hüzün,

Sahil kasabasında beraber geçirdiğimiz günün üzerinden tam altı gün geçti ve senden henüz bir haber alamadım. Benim bildiğim bu tür durumlarda hep erkekler bir adım önde olur. merak ederler, sorarlar ve işin peşine düşerler. Senin sormadığın ve işin peşine düşmediğin kesin ama merak edip etmediğini doğrusu bilemiyorum.

Bu dört gün içersinde gözüm kulağım posta kutumda, küçücük de olsa bir not ya da o güne dair birkaç satırlık izlenimlerini anlatan açıklama bekledim senden. Doğrusu bu beni çok memnun edecekti. Yine de yazmadın diye sana kızmaya hakkım yok bunu biliyorum.

Neden yazmadığın konusunda çeşitli tahminler yürüttüm, tahminlerim ne kadar doğru bunu ancak sen bir yanıt verirsen öğrenebileceğim.

Düşündüm;

Hani derler ya yiğitlik bende kalsın, vallahi hiç öyle değil. Daha başka farklı bir şey benimkisi, o nedenle daha fazla bekleyemeden ben sana yazmaya karar verdim.

Mektubuma başlarken yaptığım hitap şeklim ile haddimi aşmadığımı umut ediyorum.

O güne dair izlenimlerimi bir cümle ile ifade etmem gerekirse,

Nihayet farklı biri ile karşılaşmış olmanın mutluluğu içersindeyim. Zaman zaman kendimi eleştirdim, bu kadar çabuk olabilir mi diye de sorguladım. Sanırım sen haklısın, aşk bir gün aniden kapıyı çalıyor, bunu anladım.

Selamlar

Seni düşünen biri / e(Z)el

 

Mektubu birkaç kez üst üstte ve çabucak okudum. O arada ne çalan telefonları duydum ne de sorulan bir soruya yanıt verebildim. Hayatımın aşkı karşımdaydı ve hemen ona yanıt vermeliydim.

Canım birtaneciğim,

Sevgili e(Z)el

 

 

 

32

Çocuk

 

Babam ile aynı çatı altındaki yaşantımızın sona ermesinin üzerinden bir hayli zaman geçti, doğrusu alışamadık yokluğuna,

Aslında yaşantımızın her anı onunla bir başka güzeldi .Özellikle Pazar sabahları .Her pazar sabahı onun başımızı okşayan yumuşak elleri ve  “ hadi babacığım, hadi bir tanem, kahvaltı hazır” diyen sıcacık sesi ile uyanırdık. Biz sabahın erken saatlerinde yatağımızda tatlı rüyalar görerek  uyurken, o  sessizce kalkmış, giyinmiş ve dışarı çıkmış olurdu. Son zamanlarda bu sabah yürüyüşlerini evimizin sevimli cadısı  zilli ile beraber yapardı..Onunla  gezinti yapmayı çok seviyordu..Ama bir de zilliye sorsanız, aman Allahım. O zaten bayılıyordu bu hafta sonu gezintilerine.Nitekim o keyifli Pazar sabahları  kahvaltıda zillinin afacanlıklarını anlatıp dururdu.Bir an önce gidelim diye kapıyı tırmalamasından tutun da saçını başını yolmasına kadar. Ah. Bir de dışarıda kendi soyundan gelen erkeklere  yaptığı cilveleri ve bazen cüssesine bakmadan kocaman kocamanlarına  bağırıp sanki onları dövecekmiş gibi davranmasını, sonra da arkasına saklanmasını nasılda kahkahalarla anlatırdı..O zilliyi sevip okşarken zilli de onun gözlerinin içine bakardı minnetle. Galiba sevgiyi, vefayı zillide bulmuştu..Ve dışarı çıkmışken hafta sonu alışverişini yapar, sıcacık ekmekleri günlük gazeteleri alır ve  yine sessizce evimize dönmüş olurdu..Biz sabahın mahmurluğunu gözlerimizi ovalayarak üzerimizden atmaya çalışırken o artık kahvaltı masasına son şeklini veriyor olurdu. Salonumuzdaki masamızı kahvaltı için her zaman aynı  zerafet ile donatırdı. Kütahya porselen marka beyaz tabaklarda türlü peynirler, güzelim zeytinler, üzerine azıcık zeytinyağı ve birazcıkta kekik atılmış ve ölçüsünde doğranmış  domate,.mis gibi kokan salatalık hafif acılı taze yeşil biber ve bir adet  yumurta mutlaka olurdu. Yumurtalar yine özenle doğranmış, üzerine hafifçe tuz ekilmiş ve birazcık  karabiber ile donatılmış olurdu. Arada bazen özel ısmarlama sucuklardan minik birer parçayı ızgarada pişirir ve tabağımızın bir köşesine iliştiriverirdi. Daha ortada  nefis bir vişne reçeli, çoğu zaman özenle harmanlanmış tahin pekmez karışımı, nefis rengi ve tadı ile bizi sofraya çekerdi. türlü ekmekler mis gibi kokardı o güzelim Pazar sabahları evimizde. Üstelik sıcacık. Çavdar ekmeği, kepekli ekmek ve tadımlık  kadar  ilave edilmiş susamlı pide özenle doğranmış ekmek sepetine yerleştirilmiş ve sofranın bir köşesinde bizi bekliyor olurdu. Tıpkı belki ilave edilmek istenir diye hazır bekletilen tuz, kırmızı pul biber ve karabiber ile dolu minik şişeler gibi. Biz sofrada yerimizi almak üzere salona girdiğimizde, o anda  ya nefis bir klasik müzik dinletisi..ki özellikle rodrigonun gitar konçertosu, ya da Türk müziğinin enfes saz eserleri  çalınıyor olurdu müzik setimizde. Oda sıcaklığı mutlaka mevsimine göre ayarlanmış olur, hele ilkbaharda.rüzgar penceremizdeki tülü hafifçe okşarken, .dışarıdan mis gibi hava içeriye ve ciğerlerimize doluşurdu. Biz oturmak üzere sandalyelerimize yaklaşırken, o yeni demlenmiş çayı bardaklarımıza doldurur ve hatta tercih edilebilir diye  meyve suyu dolu bardaklarımızı da uygun bir şekilde hazır bekletirdi. .Her şeyin olağanüstü güzel olduğu o günlerde bir şeyi gözümüzden ve gönlümüzden kaçırdık mı ?. Bunu  zaman zaman sorarım kendi kendime. Acaba bütün bunların yanında onun bize  şefkatle bakan gözlerindeki ışıltıyı ve gönlünün derinliklerindeki sevgiyi fark edebildik mi ?.Bu şefkat dolu gözlerin ve derinliklerindeki gönül ‘ün sahibi Hüzün, benim babamdı.

O benim,

Babam…

 

33

e(Z)el

 

Hüzün ‘e mektup yazmamın üzerinden bir gün geçmişti ki posta kutumda mektubunu buldum. Oysa o hemen benim yazdığım gün yanıtlamıştı.  fakat ben,  yine bir şey gelmemiştir, bakıp boş olduğunu görünce hayal kırıklığı yaşarım endişesi ile posta kutumu açamıyordum.

Yazdıklarını yutar gibi okumaya başladım.

 

Canım birtaneciğim,

Sevgili e(Z)el,

Sana yazamadım, zira ne düşündüğünü tam olarak bilemiyordum. Hele hele sana o gün duygularımı anlatan o dizeleri sunduktan sonra oldukça büyük tereddütler geçirdim, haddimi aşmış olabilirim diye kaygılandım.

Haklısın, biliyorum. Ben sana yazmış olsaydım daha şık olurdu, ama bizim aradığımız daha ziyade zarafet değil mi dir ?  Sanırım insan bu uğurda risk almalıdır ve buna değer.

Ama daha önemlisi şu, sana bir hareket alanı bırakmak istedim. Düşünmeli, değerlendirmeli ve duygularını ölçmeliydin. Sonuç olumlu olursa mutlaka bana dönersin diye umut ettim, şükürler olsun ki bütün umutlarım gerçek oldu.

Seni tanımak ve seni seviyor olmak hayatımın en büyük armağanı, bunun için tanrıya müteşekkirim. Onun beni bir gün mutlaka mükafatlandıracağını biliyordum, o gün, işte bugünmüş.

Seni bütün ömrü boyunca sadakat ile sevecek biri / Hüzün

Kalbime bu kadar derinden dokunan sözlerden sonra hüzün ‘ü görme isteğim çok arttı,  hele ki memleketimize , anneme gitmeden önce mutlaka onu görmeliydim. Ellerimi onun sıcacık avuçlarının içine bırakmalıydım.

 

34

Matematik öğretmeni Akgün

 

Bugün 29 Ekim cumhuriyetin kuruluş yıl dönümü. Okullar tatil. Öğlen sonrası öğretmenler lokaline gittim, Hüzün ‘ün okuduğu lisedeki edebiyat ve müzik öğretmenleri ile konuşmak ve onlara hüzünden söz etmek istedim.

Müzik öğretmeni İnci hanım çok ters biri. Konuşmama fırsat vermeden sanki tavassutta bulunacağım gibi algıladı galiba. Başını bile kaldırmadan “bakarız bakarız” deyip geçiştirdi. Umarım bu Hüzün ‘ün aleyhine olmaz, öyle olursa çok üzülürüm.

Edebiyat öğretmeni Canan hanım ise Hüzün ‘ün adını duyar duymaz arkadaşlarından izin isteyerek özel görüşmek istedi benimle. Lokalin boş ve gruplardan ayrı bir masasına geçtik.

Benim bir şey söylememe gerek kalmadan ” hocam, doğrusu şaşkınlık içersindeyim, Hüzün yetenekli bir çocuk, ben de bunu birileri ile paylaşmak ve ne yapılması gerektiğini konuşmak istiyordum. Sizin onun ortaokuldan öğretmeni olmanız çok iyi, herhalde onu benden daha çok tanıyor olmalısınız. Bu çocuğun kalemi çok iyi muhakkak birilerinin bunun elinden tutması gerekiyor, maazallah farklı bir alana gitmesin vallahi çok yazık olur ” dedi.

Hüzün ‘ün babasından ve annesinden söz ettim kendisine. “Biz ailece görüşüyoruz o nedenle iyi biliyorum, anne oldukça katı ve babasına söz ve karar hakkı vermeyecek gibi davranıyor “dedim.

“Ben de babasını duydum” dedi “eşimle de konuştuk kendisi ile tanışmaya gideceğiz. Sanırım bizim de ailece görüşmelere katılmamız iyi olacak”

Çok sevindim ve İnci hanımdan sonra bozulan keyfim yerine geldi. Artık ben ve Gülhan yalnız değiliz, Canan hanım da el verirse Hüzün için daha iyi şeyler yapabiliriz.

Hüzün ‘ün babasına gelince, henüz ortada hiçbir şey yok. Hatta ben biraz çekinmeye başladım. Çünkü ben merak ettiğim konuyu açmayı istedikçe onun benden uzaklaşamaya çalıştığını fark ettim.

Sanırım en iyisi bu konuda sonuna kadar sabretmek.

 

35

Sen şimdi neredesin “ Hüzün “

(devamla)

 

Her bir nefes alışım iki kişilik, senin ve benim için.

Göz açıp kapanıncaya kadar,  bir an gibi yaşanmış  ama bir ömre bedel  aşkımızdan sonra ayrılığımızın dayanılmaz acısı içimde, izlerini silmek ise imkansız.

Seninle hiç yaşanmamış coşkuları yaşadım çekip gitmeden, hayat ancak sen varken vardı, sensiz her şey zaten eksik. Bugünlerde gönlüm sensiz o kadar üşüyor ki.  Seni özlemenin acısı her gece duvarlarıma vuruyor. O duvarlar ki acımasız, üzerime üzerime geliyorlar yıkılırcasına

Uykusuz gözlerim sabırla sabahlara kadar seni arayıp buluyor, gözlerinin derinliğinde düşlerle güne çıkabiliyorum ancak.

Biliyorsun, bütün renkleri severdik seninle ancak sen daha çok maviye tutkuluydun bense yeşile. Bundan dolayıdır ki, maviler biriktirdim ardımda senin için..

Kolay değil, seni nasıl unutabilirim ki, teninin kokusu sinmiş her tarafa.

Hala kalbime ilk dokunduğun yerdesin..

 

36

Hüzün

 

e(Z)el ‘e yazdığım mektubun yanıtını bir gün sonra aldım,

.Canım birtaneciğim,

Büyük bir merak ve heyecanla beklediğim mektubunu bir gün gecikme ile aldım ve hiç duraksamadan yanıtlıyorum.

Ölçülü, dikkatli ve duyarlı davranışın için sana teşekkür ediyorum. Beni öyle mutlu ettin ki bunu anlatamam. Yine kalbime dokundun, şimdilerde neredeyse bir an bile seni düşünmeden yapamıyorum.

Son mektubundan sonra seni görmeden yapamayacağımı anladım. Artık her tomurcuk çiçek açtığında yanında olmak, başımı omuzlarına dayamak istiyorum, unutma ki kutsal şefkatine şimdi daha çok muhtacım.

Sensiz bir hayata devam edemeyeceğimi anlamam güç olmadı. Silkinip ayağa kalktım artık aşkın yokluğundan. Yer, gök yıldızların ihtişamı ile çöktü aşkımın üzerine.  Bugünlerde varlığın da özlemin de bir damla umut benim için.

Zaman hızlı akıyor, zaman vuslata dünden daha yakın olduğumuzu gösteriyor. Sana gelişlerim için adımlarımı tereddütsüz sıklaştıracağım.

Senin programını bilemiyorum ama biz biliyorsun büyük kızımla hafta sonu yapılacak üniversite sınavına hazırlanıyoruz. Şurada iki gün kaldı yalnızca. Diğer taraftan annem de her yaz tatilinde olduğu gibi heyecanla bizi bekliyor, sanırım başlangıcımızda bir miktar uzak kalacağız birbirimizden, elbette bu benim arzum değil ama şartlar bunu gerektiriyor, ben yine de bu ayrı kalışımızı mümkün olabildiğince kısa tutmaya çalışacağım..

Ancak gitmeden önce seni mutlaka görmek istiyorum, çünkü artık biliyorum ki hayatımın bütün akışını değiştirecek çok önemli bir dönemeçteyim. Söylemekten kaçınmayacağım, seni seviyorum..

Pazar günü sınav sonrası için ne dersin..

Senin canın birtaneciğin/ e(Z)el

Hafta sonu yaklaşıyordu ve vakit dardı, hemen yanıtladım.

 

Sevgili e(Z)el

 

37

e(Z)el

 

Sınav heyecanını çocuğumla beraber yaşadığımız bu günlerde Hüzün ‘den gelen mektuplarla gönlüm adeta dolup t;aşıyor. Bilmem bu iki heyecanı beraber yaşamaya kalbim dayanabilecek  mi ?  Bu düşüncelerdeyken Hüzün ’ün yanıtı gecikmeden elime ulaştı.

 

Sevgili e(Z)el,

Pazar günü sınav sonrası görüşme için yaptığın nazik davetini şükranla ve büyük bir memnuniyetle kabul ediyorum.keşke ben de sınav saatlerinde yanınızda olabilseydim ve bu heyecanınızı sizinle beraber yaşayabilseydim.

Kendime pek hayrım yoktur ama dualarım çoğunlukla kabul görür.. bugünden sonra bütün dualarım sevgili kızın için, umarım pazar günü görüştüğümüzde onun başarılı bir sınav verdiğini bana müjdelersin.

Sevgili e(Z)el, zamanın hangi köşesindeyiz bilmem ama buğulanmış gözlerim hasretle beklediğim mektupların ile aydınlanıyor. Sana ulaşacağım günü iple çekiyorum, pazar günü avuçlarımı hiç açmayacağım ellerin kayıp gitmesin diye..

Akşamları balkonumda adını verdiğim petunyaları ıslatırken, onlar ile seni konuşuyoruz. Bugünlerde bir başka çiçek açıyorlar sanki, canlandılar birden. Sanırım sana dair heyecanımı paylaşıyorlar benimle. İnsanın arkadaşlarının, dostlarının olması ne güzel değil mi.

Dün akşam düşündüm.  İlk gün sahil yolunda seni görür görmez yitirdiğim aklım meğerse sende kalmış, bunu fark ettim.

Sevgili olarak buluşacağımız ilk gün olan pazar günü, sevgi pınarından kana kana içip yıllardır süren susuzluğumu gidereceğim için sabırsızlanıyorum.

Sevgisini senden esirgemeyecek biri/ Hüzün

Hüzün ‘ün her satırını onlarca kez okuduğum ve yüreğimi ateşlere atan mektubuna bir yanıt vermeliydim.

Aşkım,

Sevgili Hüzün..

 

38

Hüzün

 

Cuma günü hafta sonu tatili için büroyu kapatmadan az önce e(Z)el ’in yanıtını aldım.

 

Aşkım,

Sevgili Hüzün,

Bir kelebeğin kanadı kadar ince ve yağmur tanesi kadar berrak ve temiz duygularla donattığın mektubun yine beni uçsuz bucaksız enginlere daldırdı.

Dalıp dalıp gidiyorum senli düşlere.

Ne güzel olurdu değil mi ? Kızımı seninle beraber sınava götürmek, onu öperek ve şans dileyerek yolcu etmek, sınav sonunu ve heyecanını seninle yaşamak. Ben de bunu çok isterdim ama maalesef hiç umulmadık bir şey oldu ve eski eşim pazar günkü sınava bizimle gelmek istedi. Doğrusu bir yandan sevinirken diğer yandan da çok üzüldüm. Bu eski eşimin hakkı, çocuğu ile bu sevinci yaşayacağı için onun adına sevindim, Kızım bu durumdan ne kadar mutlu olur onu bilemiyorum ama ben seninle o saatlerde beraber olamayacağım için üzgünüm. Bunu düşünmen ve dillendirmen ise benim için çok önemli, sanırım biz seninle bir dünyayı paylaşacağız. İçinde sevdiklerimiz ile beraber.

Pazar günü sınav sonrası saat 18.00 de seni yine beni ilk aldığın günkü yerde bekleyeceğim. Sahili gezmek ve akşamın oluşunu seninle beraber seyretmek istiyorum. Bu dualarımda olan bir şeydi, sanırım tanrım dualarımı artık duymaya başladı..

O zamana kadar hep aklımda olacaksın..ömrümün sonuna kadar olacağın gibi.

Sensizliği düşünemeyen biri / e(Z)el

 

39

Sahilde gün başlarken

 

Gülmek için mutluluğu bekliyorsan sahile in.

Her sabah bir başka olur sahil.  Kah yaşanmışlığa, kah yaşanacaklara kucak açar.

Gün açarken deniz uyur gibidir. Geceyi deniz tutmuştur, sevgiliye yakın kalbimizi hasret. Parçalanmış maviliklerin silüeti vurur denize. Önce martı sürüleri merhaba der güne.  İğde ağaçlarında serçeler, rengarenk kelebekler eşlik eder onlara, bir uğultu kopar sahilde şarkı tadında..

Gece boyunca sevgiliyi düşünmekten yorgun düşmüş bedenler bir umutla sahile iner, battı batacak kayıkların dolaştığı sahilde gözler yeniden renklerin büyüsüne kapılır, kıyıya vuran dalgalar çoğu kez yaşanmışlıkların sesleridir. Çocuksu bir sevinçle bütün dalgaları gönlüne çağırırsın, sonsuzluk kendi girdabında küçük su damlaları ile beslenir artık.

Bir damla su olmak istersin bu engin denizde, ya da küçücük bir çakıl taşı kıyısında.

Sahilin müdavimleri aşıklardır,

Eller ve nefesler birleşir, gözler sevgiye doğru akar.

Gün sahilde bir başka başlar..

 

40

Aşk

 

Aşk sadakâta atılan imzadır, vefaya ve özleme atılan imzadır.

Aşk bahardır, bahar ancak aşkın kalbine damladığı mevsimdir zaten. Kalp bir anda deli rüzgarların istilasına uğrar, fırtınalar ne kelime kasırgalar bile yetmez savrulmasına. Artık bir başka alemdesindir. Bu bahar işte o bahardır. Hayat senin için var oldukça olsa olsa bir kez çalınır kapın. Yalancı baharları saymazsak eğer.

Aşk onu her şeyi ile kabullenmek demektir. Aşk kendini kaybetmeketir. İçini titreten o dur, yokluğuna dayanamadığın da.

Kendinle kaldığında elini kalbine koy, görecek ve hissedeceksin ki aşkın hep oradadır.

Onun için ağlarsan bil ki yüreğine inmiştir, ağlamaktan kaçınma. Onun için ağlamaya değer.

Mektuplarında önce kokusunu duyarsın, sonra da ayak seslerini. Mutluluk mutlaka onun gülümsemesinde saklıdır. Oysa ağlarsa gözyaşları içine damlayan tarifsiz ızdırab olur.

Omrün boyunca yapabileceğin en doğru iş aşık olmayı başarmaktır,yaşam ancak onunla vardır.

Aşkı anlatmak zordur, anlamak da öyle.

Ölünceye kadar seninim diye imza atılır aşka.

Aşk bir anda sen olmaktır aslında..

 

II.Bölümün sonu

 

III.Bölüm

 

41

Şahit

 

e(Z)el ile Hüzün ‘ün yeni tanışıyor olduklarını düşünmek neredeyse  imkansız gibi bir şey Gelip gitmiş birkaç mektup ve sadece bir karşılaşma ile bu kadar yoğun duyguların aniden oluşması çok güç. Sanki daha öncelerden, 40-50 yıl, belki de daha da evvelden  tanışıyorlar hissine kapılıyor insan.

O gün , yani 17 haziran günü e(Z)el henüz buluşma yerine varmıştı ki Hüzün ‘ün az ileride beklediğini fark etti. Hüzün ‘ün gözleri zaten yollardaydı. Birbirlerine daha görür görmez  koşarcasına yaklaştılar. Yıllardır birbirlerini görememiş iki insan gibi sarıldılar ve uzun bir müddet öylece kalakaldılar.

Etraftaki meraklı bakışlar  onları hiç rahatsız etmedi,  bu anı yaşamak istiyorlardı, başkalarının ne düşündüğü umurlarında bile değildi.

Bir müddet sonra elleri sıkıca kenetlendi, yüreklerinin ne halde olduğunu anlamak güç değildi, yüzleri gülüyordu, tarifsiz bir sevinçle yürümeye başladılar.

e(Z)el sık sık başını Hüzün ‘ün göğsüne yaslıyor, arada durup durup birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı.

Bir hasret ancak bu kadar anlatılabilirdi, yaşanmış ve kaybedilmiş sonra vuslata ermiş veya hiç yaşanmamışlıklar üzerine özlemler bu kadar dışa vurulabilirdi.

Uzun bir süre sahildeki bankların birinde oturup denizi ve akşamın güzelliğini, günün batışını ilk kez birlikte seyrettiler. Birbirlerine anlatacakları o kadar çok şey vardı ki, sevgi, özlem sözcükleri ardı ardına sıralandı.

Hüzün, e(Z)el ‘e “sana vaat edebileceğim tek şey ömrümün sonuna kadar seni , yalnız seni sevmek ” dedi, e(Z)el bu söz ile mest oldu ” en çok da yalnız sen sözcüğünü not ediyorum , işte bu benim için  yeterli, Senden başka hiçbir isteğim yok” dedi.

Birbirlerinden hiç ayrılmamaya söz verdiler.

Gece ilerledikçe hava serinledi. e(Z)el bir ara eve gidip gelmeliyim dedi. Hüzün sahildeki yolun kıyısına kadar geçirdi onu. e(Z)el “sakın buradan ayrılma” diye sıkı sıkı tembihlerken onu bir an bile olsun kaybetmemenin telaşını yaşıyordu, yolun karşısına geçip üç-beş adım mesafedeki evinin kapısına varıncaya kadar onlarca kez geriye dönüp dönüp Hüzün ‘e baktı, Hüzün zaten gözlerini  e(Z)el’ den hiç ayıramamıştı.

e(Z)el döndüğünde elinde bir pembe şal vardı, biraz ilerideki bir bankın üzerine oturdular yeniden, pembe şalı üzerlerine örtüler, Hüzün mütemadiyen şalı e(Z)el ‘in sırtını örtmek için çekiştirip durdu.

O kadar çok duygusallaşmışlardı ki sabahın ilk ışıklarına kadar orada oturdular. Bir ara e(Z)el  Hüzün ’ün kulağına eğilerek “bana şiirler yazmanı istiyorum “dedi. Hüzün ise, “şiir yazmak için bundan daha güzel bir vakit olamaz” dedi ve ona hemen oracıkta aklından geçen dizeleri bir çırpıda söyleyiverdi.

 

alacakaranlıkta pembe şala sarılıp

yıldızları seyre daldık

gökte denizdik sanki ikimiz

ıslak gözlerimizde

kederli geçmişimiz..

 

ah..

şu gönlümüzde yatan

bir çırpıda yitirdiğimiz

geri döndüremeyeceğimiz zaman

gittikçe ağırlaşan hüzünlerimiz

bir de isyanlarımızdır

yüreğimizde kanayan…

 

e(Z)el birden irkildi..

Hüzün ‘ün kolunu tutarak “hayır” dedi “her şeyin bir vakti var, dert etmeye değmez. Vuslat bugüne nasipmiş”

” Üzülme”

“Aslında geç kalmadık”

 

42

Sen şimdi neredesin “ e(Z)el “

(devamla)

 

Şimdi gitmek zamanı, ömrümün sonbaharına ait çanlar çalıyor nitekim . Bu gün, bu güneş, bu gökyüzü ve gözün görebildiği her şey bana yabancı artık.

Dalları fırtınada kopmuş bir ağaç gibiyim. Sensizlik ile baş etmem imkansız.

Gecem ile gündüzüm birbirine karışmış, her şey tatsız ve tuzsuz.

Her gün sadece yaşadıklarımızı hatırlayarak ve onları tekrar tekrar yaşayarak sona yaklaşmak ne kadar zor. Bir sesine, bir nefesine, bir dokunuşuna ne kadar muhtacım bilsen.

Yaşamak ise bu eğer, ayrılığımızın ilk gününden beri içimde bir umut vuslata dair, yaşıyorum işte.

Nafile çareler üretiyorum sana kavuşmak için.

Dön ve bana hayat ver yeniden.

Ben temelli bitmeden.

 

43

Gönderilmemiş mektuplar “ Hüzün “

 

Birtanem…

Unuttum diyemem..bu hiç doğru olmaz. Ne gözlerimden resmin,ne kulaklarımdan sesin ve ne de içimden nefesin eksildi. Beraber el ele yürüdüğümüz yollarda, ya da kuytu bir köşedeki bankta oturarak ve birbirimizin gözlerinin içine bakarak denizi seyrettiğimiz sahilde ve hatta bir çay içimi oturduğumuz yerlerde hep sen varsın. Bir çay içimi oturduğumuz yerler derken oralara senden sonrada gittim içim  kan ağlayarak. Ve oralarda bizim gözlerimizdeki sevgiyi fark eden ve bize gülümseyen insanlar senin yokluğunu benim kadar derinden hissettiler ve sanki bana seni sordular gözleri ile. Ne diyeceğimi bilemedim. Ne bir çay içebildim sensiz ve ne de bir bardak su. Sadece göz yaşlarımı bıraktım oralarda.

Birtanem..

Bu aralar Geceleri kaçıp kaçıp sahile iniyorum. Aynen o şiirimde yazdığım gibi. Her seferinde sahil sensiz, deniz sensiz..rüzgar sensiz. Gökyüzündeki yıldızlar sensiz. Ben ise çaresiz oralardayım. O sahillerdeyim. Gecenin o muhteşem güzelliğini sensiz hiç fark edemedim. Her şey anlamsız. Oysa. gün oldu  o sahil tıpkı sana yazdığım şiirde olduğu gibi bizim en sevdiğimiz yer oldu. Gün oldu orada alaca karanlıkta pembe şala sarıldık ikimiz Ve gün oldu o sahil, bu yaz beni yine sahilden al sevgilim isimli şiire konu oldu. Hepsinin ortak bir yanı vardı o şiirlerin. Hepsinde sen vardın.

Yalnız sen.

Birtanem,

Geceleri seni düşünmekten uyuyamıyorum. Sanki bir azap çemberinin içersindeyim. Evin her tarafında sen varsın. Beraber aldığımız şeyler  elimi uzattığımda her seferinde biraz daha fazla içimi yakıyor sanki. Elbiselerimi astığım askı, banyodaki katlı raf, mutfaktaki kapkacak. Bir de otuz yedi numara terliğin. Evde her ne varsa hepsinde sen varsın. O evin kapısını her açtığımda sanki beni  sen karşılayacaksın gibi düşlüyor ve heyecanlanıyorum. Bazen balkonda oturuyor ve sana doğru bir hat çekiyorum..gözlerim ile.

Birtanem seni nasıl unutabilirim ki…

Birtanem…

En çok da senin şu  ” Seni bir beş dakika olsun göreyim.. ”  sözünü özledim..O söze o kadar çok vurgundum ki. O sözü duyabilmek için nasıl da küçük küçük yaramazlıklar yaptığımı bir bilsen. Özellikle bu sözü duymak için gösterdiğim çabayı bir bilsen. Seni bir beş dakika olsun göreyim. Seni bir beş dakika olsun göreyim. Bazen özlemler işte böyle artar. Bu da benim özlemlerimin artığı andı. Seni bir beş dakika olsun göreyim, seni bir beş dakika olsun göreyim.

Birtanem..

Biliyorum,  hata benim. Sana kendimi yeterince anlatamadım. Bu konuda eksikliyim. Ama biliyorsun söylemiştim. Senin insanlığın bir başka. Ben senin tırnağın bile olamam..Bu hala böyle. Birtanem;  o gece keşke hiç yaşanmamış olsaydı. Ama yaşadık ve kaybettik. Biz bu kez kaybettik. Vallahi boynum bükük birtanem. Ne olur anla beni. Biz o gece kaybettik. Ben ” canımı kaybettim..

Ama seni bilemem.

Sevgim ile kal birtaneciğim.

Hüzün.

 

 

44

İnci hanım

 

29 ekim günü Ali Emiri orta okulundan matematikçi Akgün hoca ‘ya öğretmenler lokalinde iyi davranmadığımın farkındayım. Hatta bana kırılmış bile olabilir. O gün aile içinde yaşadığım bazı problemler nedeni ile moralim çok bozuktu, adamcağızı doğru dürüst dinlemeden geçiştirdim.

Akgün hocayı ziyaret edip özür dileyeceğim elbette.  Umarım beni anlayışla karşılar. Üstelik kendisi bir meslek büyüğümüz ve hakkında çok iyi şeyler duydum. Doğrusu davranışım bana hiç yakışmadı ancak söyledikleri aklımda kaldı.

Bana Hüzün ‘den söz etmişti. Biz öğretmenler için öğrencilerimizin hepsi çok kıymetlidir ama neticede müzik bir özel yetenek alanı ve burada daha duyarlı davranmakta fayda var.

Bugün bu düşünceler içinde  sınıfa girdim  diğer sınıflarda da gördüğüm gibi çocukların müzik dersini pek dikkate almadıkları hemen fark ediliyor. Sanırım bu dersi angarya olarak görüyorlar.

Oysa artık lise birinci sınıfta okuyorlar. Belki liseden sonra içlerinden bazıları  müzik ile ilgili bir branş seçmek isteyecekler, onun dışında tabi ki sanatsal bir uğraşının içinde olmaları her bakımdan önemli.

Hüzün ile temas kurmak için dikkatli davrandım, zira özellikle onunla ilgilendiğimi fark ederlerse diğer çocuklar üzerinde olumsuz bir etki bırakabilir o nedenle kemanım ile bazı etütler yaparken çocukları gelişi güzel sırayla  tahtaya kaldırdım.

Hüzün ‘de dikkatimi çeken iyi bir müzik kulağının olması, verdiğim sesleri hemen algıladı, ritim duygusu iyi ve ezgileri hemen kavrıyor. Kendisinden bir şarkı okumasını istedim ama yalvarırcasına bakan gözlerle “öğretmenim bugün olmazsa olur mu “dedi. Sanırım bugün pek keyfi yok ya da bir şeye canı sıkılmış, bir daha ki ders için söz aldım kendisinden. Akgün hoca haklıymış hüzün ile ilgilenmem gerekiyor.

 

45

e(Z)el

 

Sabahın ilk ışıkları ile beraber evime dönebildim, çocuklar henüz uyuyorlar. Yanaklarına minik birer öpücük kondurdum oralı bile olmadılar. Sabahın bu saatlerinde uyku pek tatlı gelmiş onlara. Benim gözümde ise bir damla olsun uyku yok, Hüzün ‘le beraber hayatım tamamen değişti, anlatılmaz bir mutluluk içindeyim ama onunla başlayan günün yokluğu ile bitmesine alışamadım..

Yıllardır bu sahilde oturuyorum, sahil hiçbir zaman bu kadar güzel olmamıştı. Gece boyunca denizde yakamozlar sanki bizim için dans ettiler, ay hilal şeklindeydi ve kızıla bürünmüştü.

Nedense bugün saatler birbirini kovaladı, sanki bir aceleleri varmış gibi. Hüzün ile uzun süre sessiz kalıp birbirimizin gözlerimize daldığımız anlar da oldu, hiç susmadan konuştuğumuz da. O anlarda dilinden o kadar güzel sevgi sözcükleri döküldü ki, acaba bunları bir yerlerde sakladığı metinlerden çıkarıp çıkarıp mı okuyor, vallahi düşünmeden edemedim.

Hele ki bir anda yazdığı şiire ne demeli, bu adam beni kalpten götürürse şaşmam..

Tuhaf olan ise şu, ben sanki Hüzün ‘ü çok öncelerden tanıyor gibiyim. Oysa ayrı şehirlerde doğmuşuz, çocukluğumuz ayrı yerlerde geçmiş, öğrenimimizi farklı yerlerde ve farklı alanlarda yapmışız, çalıştığımız kurumlar da farklı ve üstelik birbirlerinden uzak şehirlerde. Peki ama ben bu adamı nereden tanıyor olabilirim . Bana o kadar çok yakın ki tanrım, ellerine dokunduğumda kendi ellerime dokunuyormuşum hissine kapıldım. Yürek çarpıntım ise hiç dinmek bilmedi..

Başımı göğsüne dayadığımda bana hiç yabancı gelmeyen bir sıcaklık hissettim. Ben bu sıcaklığı bir de çocukluğumda annemin göğsüne dayandığımda hissetmiştim .

Beni ona doğru iten  bazı şeyler var  ve ben bunları tanımlayamıyorum.

Sevgi uzakta olanı yakınında hissetmektir, yoksa yıllardır özlemini çektiğim duygu bu mu. Uzak bir yerlerde olan hüzün, hangi alemlerdeydi, hangi düşlerdeydi bilmem ama çıkıp gelivermiş işte aniden.

Demek ki yaşam nefes alıp vermekten ibaret değilmiş, yaşam kendini ateşlere atmakmış.

Ne yazık ki tam ona kavuşmuşken anneme gitmek durumundayız, bu arayı mutlaka kısa tutacağım..lakin kısa da olsa bu ayrılığı nasıl kaldıracağım bilemiyorum.

Bildiğim bir şey var, o da şu

Hüzün artık varlığına şükrettiğim biri .

 

46

Şahit

 

Henüz kavuşmuşlardı ki bu ayrı kalış da nereden çıkmıştı. Güne ikisi de bu sorgu ve suallerle başladılar. Arkalarında onca siyah-beyaz yaşanmışlıkları vardı, hatta Hüzün kendi yaşamı  için siyah ötesi derdi. Şimdi nihayet onlarda yaşamda siyah ile beyazın dışında da renklerin olduğunu fark etmişlerdi. Her şey bir başkaydı artık. Yürekleri kıpır kıpır kaynıyordu. Henüz ikinci ama sevgili olarak birinci karşılaşmadan sonra birbirlerinden bir an bile olsun ayrılmayı göze alamayacak kadar özlem doluydular.

Pazar günü sabaha karşı gün doğuşuna kadar sahilde beraber olmuşlar ama yine de ayrılırken içlerinde kızılca kıyametler kopmuştu. Şimdi üstelik bu ucu açık ayrı kalışa nasıl dayanacaklardı.

Lakin çocukların sömestr tatilinde ve okulların kapanması ile e(Z)el ‘in annesine gitmeleri yıllar içersinde artık mutad  hale gelmişti.

e(Z)el ‘in annesi yaşadığı kentte çok sayılıp sevilen seçkin bir eğitimciydi. Emekli olmuş ama memleketinden ayrılmayı hiç düşünmemişti. Çok sevdiği eşi hele hele talihsiz bir kazada kaybettiği sevgili oğlu bu topraklarda yatarken başka bir yere yerleşmeyi ve hayatına orada devam etmeyi hiç istememişti.

Okulların tatile girmesi ile gözü yollarda olurdu. Hayattaki tek varlığı sevgili kızı e(Z)el ve onun çocuklarıydı.onlar gelecekler diye heyecanlanır ve gün sayardı. Belli ki bu gelişler onun hayata tutunmasını sağlıyordu.

Gidecekleri günün gecesinde e(Z)el hiç uyumadı. Hareket saatine kadar Hüzünle daha çok vakit geçirebilmek için valizleri topladı, gerekli bütün hazırlıkları yaptı..

Sabahın ilk ışıkları ile beraber koşarcasına sahile indiler , daha uzaklardan gözleri ile birbirlerini arıyorlardı. Bütün gün boyunca sahilde el ele dolaştılar, ilk kez o gün birbirlerine telefon numaralarını verdiler. e(Z)el “seni sana emanet ediyorum ” deyip durdu.

Hüzün kaderine razı bir suskunluk içersinde gözlerini e(Z)el ‘den hiç ayıramadı. “Aklım, fikrim hep sende olacak, mümkün olabildiğince beni ara” dedi.

Ayrılık saati geldiğinde Hüzün çantasından bir zarf çıkarıp e(Z)el ‘e verdi. e(Z)el “bu kez zarfı burada açmak istiyorum “dedi. Heyecanla açtığı zarfın içinden yine kendisine yazılmış bir şiir vardı.

 

Küçüğüm

Derin sevdalarım var sana dair

Henüz açmış tomurcuk gibi

Apansız uyanırım

Gecenin kör vaktinde

Gizlenmiş yangınlar sarar odamı

Kahırlar eklenir üstüne

Çığlık çığlığa sevişirim sessizliğinle

Özleminle kanlı bıçaklı olurum

Nafiledir

Nafile

Geçemem

Sevmelerimin ötesine

 

e(Z)el şiiri daha okumaya başlar başlamaz gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Şiiri okumayı bitirdiğinde Hüzün ‘e büyük bir şefkat ile sarıldı. Bugün gitmeden önce seni öpmek istiyorum dedi. Bu e(Z)el ‘in Hüzün ‘ün yanaklarına kondurduğu ilk öpücüklerdi…

 

47

Sen şimdi neredesin “ e(Z)el “

(devamla)

 

Yıllarca yollarına ne de çok dualar serpiştirmiştim. Onca yıl , elbet bir gün hiç olmadık bir yerde karşıma çıkacaksın diye avutmuştum kendimi. İşte o gün umulmadık bir biçimde çıkıp karşıma geldiğinde anlamıştım ki, sen tanrının bir hediyesiydin bana.

Yaşadığımız onca güzellikten sonra, sana tamamen kavuşayım derken seni kaybetmenin derin kuyusunu kazdığımı nereden bilebilirdim ki. Oysa biliyorsun ki ekmek kadar, su kadar muhtaçtım sana. Seni kaybetmek hiç düşünemeyeceğim bir şeydi.

Şimdi sensiz hiçbir şeyin zerre kadar kıymeti yok. Ben seninle beraber sadece hayatımın aşkını değil, çok iyi bir arkadaşımı ve güçlü bir dostumu kaybettim.

Gittiğin o günden sonra yaşamım azap çemberi içinde kısır döngüye döndü.

Biliyor musun,  korkum hep sevip de kaybetmekti. Şimdi korkum ölüm bile değil, unutman ölümden de beter.

Bir zamanlar ardından bakar bakar ağlardım. Biliyorum şimdi bu bile imkansız. Ümidim, saf sevinçlerim derken meğerse seni sisli bir esinti ile tamamen kaybetmişim..

 

48

Canan

 

Hüzün ile tanıştıktan sonra onu sürekli yazmaya teşvik ediyorum. Kendisinden birkaç deneme ve şiir yazmasını istedim. Yazıp getirdiği denemeler içinde en çok “sevgilim batılıydı “ isimli öyküyü beğendim. Çok yalın ifadelerle anlatmak istediğini olduğu gibi yansıtmış.

Dikkatimi çekti ve sordum.  Kendisi henüz bir batı şehrine gitmemiş, merak ettim. “Sevgili neden batılı, bu bir ayrım değil mi, Erkeğin sevgilisi pekala yaşadığı şehirden ve aynı kültürden  de olabilirdi” Onun kafasında ise daha çok anadolu gençliğinin saflığı ve temiz yürekliliği var. Bunu tartıştık. ” Batılı birinin de  pekala saf ve temiz duyguları olabilir” dedim. “Evet ama medeniyet geliştikçe duygular köreliyor “dedi.

Herhalde bizim yerli filmlerden esinlenmiş. Fakir ama yürekli genç çalışmak için bir batı şehrine gider ve orada bir kıza aşık olur. Hoppa kızın aklı bir karış havadadır. Çocuğu önceleri çok küçümser, ta ki ondaki yüreği görünceye kadar. Vurguladığı şey aslında tam olarak aşk ile sadakâtın birbirlerini tamamlaması. Biri olmazsa diğeri hiç olmazmış, bunu anlatmaya çalışıyor. Öyküde bir akıcılık var ve oldukça duygu yüklü. Oğlanın kız ile buluşacağı tren istasyonuna gitmek için banliyö treni beklerken yaşadıkları müthiş güzel. Kalp çarpıntılarını ve.heyecanını çok güzel anlatmış. Bir de banliyö treninden indikten sonra kız ile buluşacağı noktaya kadar geç kalmamak için nefes nefese koşar adımlarla gitmesini ve kızın buluşma yerine gelmemesini , sonra da hayal kırıklığını çok güzel resmetmiş.

Yazdığı şiirlerde de bu tema var. Yaşı henüz çok küçük ama nedense şiirlerinde aşkı işlemeyi çok seviyor. Ağırlıklı olarak sadakât, bağlılık ve özlemler var. Biraz büyüyünce nasıl bir aşk yaşayacak doğrusu çok merak ediyorum.

 

49

Sen şimdi neredesin “Hüzün “

(devamla)

 

Ardıma rüzgarı bağlayıp hatta kanat takıp uçarak sana geldiğim günlerden sonra bu kahredici bekleyişlerde sensizliğin derin girdabında dönüp duruyorum.

Sensiz bu şehirde şehrin bütün sokakları bomboş ve üzeri rahmet yüklü olmayan kalın gri bir bulut kaplı, gördüğüm her şey aslında görmediklerimin toplamına eşit,  kısacası kalabalıklar içinde yalnızım işte.

Bir bakıma sensizliğin acısı umutlarımı daha çok yeşertiyor. O acılardır ki biliyorum, seni benden hiç koparmadı, hep yanımda hissettim seni.

Sensizliğinde de seni yaşamayı öğrendim böylece. Sensizliğin verdiği acıları bile çok sevdim. O acılar ki, yaratanın şefkatli kolları kadar kutsal geldi bana.

Demek ki yaşamda her şeyi sevmek lazımmış  acıyı bile.

İncinip kırılmak mümkün. Hatta vazgeçmek de öyle.

Ama anladım ki unutmak asla.

 

50

e(Z)el

 

Çok ama çok istediğim halde Hüzün‘e bizi yolcu etmesini söyleyemedim..Aslında çocuklar da onunla tanışmak için can atıyorlar ama istedim ki bu tanışma daha rahat bir ortamda olsun , kaldı ki hüzün ‘de bizi yolcu etme fikrinden titizlikle uzak durdu, sanırım yine mümkün olabildiğince beni rahatlatmak istedi. Onun böyle bir yanı var, karşısındaki insana manevra alanı yaratıyor ve hareket serbestisi sağlıyor.  Bu da karşısındaki insanın elini güçlendiriyor.

Ayağım otobüsün basamaklarını çıkmak istemiyor,  oysa önceleri anneme her gidişimde içimi büyük bir sevinç kaplardı , onunla birkaç gün daha fazla geçirebilmek için ne kadar da çok çırpınırdım. Memleketimizde çocukluğumu geçirdiğim sokaklara, okuduğum ilk ve orta okula gider o günleri yeniden yaşardım. Şimdi canım hiçbir şey çekmiyor.Ardımda bir dünya bırakıyorum, henüz kavuştuğum bir dünya.

Sabahın ilk ışıklarına kadar süren yolculuğumuz sırasında gözüme uyku hiç girmedi. Hayret, oysa ben otobüs hareket eder etmez kendiliğimden uykuya dalardım, hatta kendi arabamız ile gitme yerine otobüsü bu nedenle tercih ediyordum.

Aşkın sihirli eli kalbime dokununca her şey bir anda nasıl da değişiverdi. Sabaha kadar otobüsün içinde kilometreleri sayıp durdum.

 

51

Ayrı kalış “  Hüzün “

 

Bugünlerde sahilde olağanüstü zamanlara özgü bir şey var . Yer , gök parıldıyor. Dersin ki sanki toy havası. Oysa herkes, görünen her ne varsa  her zaman ki gibi olağan hallerinde.

Deniz, bizim bildiğimiz deniz. Gün dersen her zamanki yerinden doğup akşam da bildiğimiz yerden batıyor. müteakiben  mehtap o eşsiz güzelliği ile gelip  kıyıyı aydınlatıyor.Yıldızların seyrüsefer nazlı edaları da cabası. Hatta sahilden gelip geçenler de bildik tanıdık yüzler , aşina olmadığımız hiç kimse yok neredeyse. Konuşmaya  bile gerek yok, suskunlukların gürültüsü yetiyor herkese.

Geceleri bir vakitten sonra  el ayak çekilince balıkçı barınağının yanındaki salaş cafe de kimi zaman  sabahın dördüne, beşine. Kimi zaman da güneşin ilk ışıklarına kadar oturup avare gönlümden kopan dinmez rüzgarları paylaşıyorum kimsesizlerle.

Bir köşede hazine bulmuş gibi  koşuşturan kediler , diğer taraftan çöpleri karıştıran uyuz mudur nedir bilemedim vallahi  kirli pasaklı ufak tefek bir kaç benekli köpek,  bu saatlerde alışık olmadıkları birinin varlığından neredeyse habersiz salınıyorlar sağa sola.

Salaş cafenin bekçisinin bu günlerde en iyi arkadaşı benim. Yalnızlıktan kurtuldu adamcağız zahir. Ha bire çayları doldurup doldurup getiriyor, bitince de yenisini hemen ocağa koyup bir daha demliyor. Bu saatlerde çay da pek keyifli geliyor doğrusu.

Ne o benden yana bir şey soruyor ne de ben ondan yana. Gecenin bu anlaşılmaz ve bitmez güzelliğini paylaşıyoruz suskunluğumuzla. Ayrılma vakti geldiğinde de ağzımızdan çıkan cümle neredeyse hep aynı “Eyvallah”

Deniz bu aralar geceleri oldukça sessiz, herhalde bu saatlerde uyuduğunun o da farkında, dalgalarını bile nasıl da  usul usul vuruyor kıyıya bir bilsen, hangi rüyalardansındır şimdi kim bilir..rüyaların bile güzel olsun diyedir bütün gece boyunca dualarım.

Gidişinin üzerinden henüz birkaç gün geçti, dönüşün de yakın biliyorum , yine de gönlüme anlatamıyorum bunu. Yüreğime vurulmuş zincirler içinde özlemle bekliyorum seni saatsiz. Adını bilmem kaç bininci  kez denizin durgun sularına yazdım gözlerim ile. Saçlarını tel tel ayırarak taradım, beni soluksuz hallere götürüp mest eden gülüşlerini yakaladım. Avuçlarımdaki ellerinin sıcaklığı ise hiç gitmedi.

Yarın hatta yarından da yakın dön. Dön  gel de, kır gönlümdeki zincirleri.

Düşündükçe şunu fark ettim . Bugünlerde olağanüstü zamanlara özgü bir şeyin olduğu yer sahil değil benim gönlüm. Değişen içimi dışımı yakan yangınlar. Toy havası var şimdi gönlümde.

 

52

Dr.Jale

 

Üzerinden birkaç on yıl geçti ama nasıl unutabilirim ki . Bazı şeyler aradan uzun yıllar geçse de gözlerimizin önünde bir resim gibi hep dururlar. 83 yılı aralık ayının sanırım son günlerinden biriydi.

O gün sabah saatlerinde  kurum doktoru olarak çalıştığım daireye geldiğimde muayene odasında şenay hemşireyi her zaman olduğu gibi masasını toparlayıp temizlerken gördüm.     Bekleme odasında ise biraz mutaassıp görünümlü genç bir bayan kucağında bebeği ile oturuyordu. Bebek bir küçük battaniyeye sımsıkı sarılıp sarmalanmış ve yüzü tülbentle örtülüydü.

Hava oldukça soğuktu, dışarıda çok sert bir rüzgar esiyordu ve deniz bugün oldukça dalgalıydı. Bu nedenle vapur seferleri de iptal edilmişti. Koştur koştur otobüse yetişmiş ve daireye öylece gelebilmiştim ancak.

İçeri girer girmez şenay hemşire” günaydın doktor hanım “dedi “bu sabah erkenden bir hastamız var” Bekleyen bayan da sanırım saygısından olacak oturduğu yerden doğrulmak istedi. Omzuna hafif dokunarak “lütfen oturun “dedim..

Üzerimi çıkarıp doktor önlüğümü giyer giymez de kendisini içeri davet ettim. Çocuğun gece boyunca hiç uyumadığını, zaman zaman ateşinin yükseldiğini söyledi. Aslında gece bir hastanenin acil servisine gidebilirlerdi. Ama nedense gitmemişlerdi. Uygulanan prosedürler gereği önce kurum doktoruna gelmeyi alışkanlık haline getirdiklerinden mi sabahı beklemeyi tercih etmişti,  yoksa o saatte hastaneye gidememenin kendilerince başka bir nedeni mi vardı bunu bilemiyorum.

Çocuğu muayene masasına yatırmasını rica ettim, yüzünü açar açmaz hemen o an fark ettim ki. çocuk maalesef hayatını kaybetmişti. Vücudu henüz bir miktar sıcaktı. Demek ki çok yakın bir zaman diliminde, büyük bir ihtimalle yaklaşık bir saat içersinde vefat etmiş ancak anne bunun farkına varamamıştı. Kendimi hemen toparladım, anneyi bir sandalyeye oturttum, durumu ona açıklamalıydım. Ama nasıl ?  Henüz çok genç biriydi.bunu kaldırabilirmiydi. doğrusu çok çekinerek başladım anlatmaya.

Kadıncağız daha ilk sözümle beraber hıçkırıklara boğuldu ” babasının bana emanetiydi bu, şimdi ben ne yapacağım, ne diyeceğim “diyerek uzun uzun ağlayıp durdu.

Çocuğun babasını sordum “doğuda bir yerlerde” dedi.

Bir süre sonra bin bir güçlükle sağlık karnesini istedim.. çantasından çıkardığı sağlık karnesini açar açmaz beni ikinci bir şok bekliyordu..Bu çocuk 12 eylül askeri darbesi sonrasında sadece düşüncelerinden ötürü sürgüne gönderilmiş yakın arkadaşım Hüzün ‘ün sevgili kızı Pınar ‘ dı.

12 eylül askeri darbesi öncesinde toplum yine  birilerinin düğmeye basması ile  birlikte geniş bir karmaşaya ve kaosa sürüklenmiş ve kardeş kardeşe kırdırılmıştı. İnsanlar o kadar çok provoke edilmişti ki bilinçsizce yapılan eylemler sonrası sokak çatışmaları ile her gün onlarca insan ölüyordu. Kör kurşun ne zaman ve nereden gelecek bunu bilmenin imkan ve ihtimali yoktu. Aynı silahla güya karşı görüşte olan insanlar sokak ortalarında öldürülüyor ve suç diğer tarafın üzerine yıkılıyordu. Arada ülkenin seçkin insanlarının da ses getirmesi bakımından acımazsızca katledilmeleri de cabası..

Çok partili hayata geçişimizin ilk oylaması olan 46 seçimlerinde, önce açık oy gizli tasnif ile vesayet rejimi halkın hür iradesinin önünü tıkamak istemişti. 50 seçimlerinden sonra ise vesayet rejimi her zemin kaybettiğinde bu kez karmaşa ve kaos ile geniş katmanlarda yılgınlık  yaratarak  halka demokrasinin bize bol gelen bir kıyafet olduğunu, bundan kurtulmanın yolunun da ancak ve sadece  askeri darbeler olduğunu inandırma yolunu seçmişti. Öyle ya, seçimler yapılabilirdi. Birileri seçimi kazanarak hükümet kurabilirdi ama iktidar hep ve her zaman onlarda olmalıydı. Sözden çıkanın hakkı kötekti. Zaten  bahaneler de hazırdı. Kimi zaman ülkeye komünizm gelecek diye korkutulduk, kimi zaman alevi-sünni çatışmaları körüklendi kimi zaman da bütün dünyanın ve özellikle komşu ülkelerin bize düşman olduğu fikri yayıldı topluma. Türkün Türkten başka dostu yoktu, bunu korumanın en iyi yolu da tanklardan inen postalların şehirleri ve kurumları güya koruma bahanesi ile işgal etmeleriydi.

Bu dönemlerde bir çok aydın, ilerici, demokrasi yanlısı insan bedeller ödedi. Kimileri hapishanelerde çürütüldü, karanlık zindanlarda çeşitli işkenceler ve  insanlık dışı uygulamalar yapıldı, kimileri hazırlanan mizansenler çerçevesinde yargılandılar ve ağır hapis cezalarına ya da idama mahkum edildiler.idareyi ele geçirenler  henüz çocuk yaştaki bir insanı bile düzmece adli tıp raporları ile yaşını büyüterek asma maharetini gösterdi. Ülkenin demokrasi sabıkası her geçen gün biraz daha katlanarak arttı.

Hüzün henüz memuriyete atılmış gencecik ve pırıl pırıl bir çocuktu, pozisyonu kurum içersinde hızla yükselmesi, merdivenleri üçer-beşer çıkması için çok uygundu ama düşünceleri sakıncalıydı, demek ki gereği hemen yapılmalıydı.

Onunla akşam mesai bitiminde körfez vapuru ile karşıya geçmek hakikaten çok güzeldi.. Daireden beş-on arkadaş vapura bindiğimizde bir dünya güzellikler yaşamıştık o ve diğer arkadaşlarla .Hüzün arada bize şarkı okurdu. hatta bir keresinde  “ gözlerin mavi mine / vuruldum perçemine “ diye bir şarkı okumuştu da bir arkadaşımız, “ulan hüzün, ne puşt adamsın, yoksa doktorumuza mı asılıyorsun ” diye takılmıştı kendisine. O da utana sıkıla estağfurullah ağabey, ne münasebet deyivermişti.

Şenay hemşire de öyle, Hüzün ‘ü çok severdi, çocuğun Hüzün ‘ün çocuğu olduğunu öğrenir öğrenmez olduğu yere yıkıldı, bayılmıştı. Elimiz ayağımız buz kesmişti,.dairenin koridorlarında bir koşuşturma başladı, defin işleri ve tabi ki hüzün’ e haber vermek gibi görevlerimiz vardı.hepimiz oradaydık ve çocuk hepimizin çocuğuydu.

Hüzün ‘e haber verme görevini ben üstlendim.

 

53

Sen şimdi neredesin “ e(Z)el

(devamla)

 

Düşlerimin kökünü kemiren yalnızlığımda yarını değil, neredeyse önümü bile göremez oldum.

Fırtınalı bir mevsim mi yoksa başka neydi ki yaşadığımız, bir anda ışık hızı ile gelip geçti ömrümüzün bu endamlı günlerinde.

Kendime anlatmaktan, kendimi avutmaktan ve hatta döneceğini düşünerek kendimi kandırmaktan dilimde tüy bitti, gönlüm bertaraf oldu. Yoruldum,tükendim. Bir gerçek var ki anlamalıyım artık, sen yoksun.  Elimde bu eşsiz aşktan geriye kalan bir düş artığı sadece.

Sana insafsız diyemeyeceğim. Öyle değilsin elbette,  ama neden ve niçinlerin sorgulandığı kapkaranlık bir odadayım, sorgucular etrafımı kuşatmış yaşadıklarımı anlatmak için yırtınıyorum onlara, halden anlayan bulunulabilirse ne ala.

Hayatımın bu en kederli günlerinde ne penceremden içeri süzülen  bir ışık, ne saçlarıma düşen bir yağmur damlası ne de bir çiçeğin gül kokusu  teselli edebiliyor beni.

Tesellisiz yarınlara emanetim anlayacağın.

Gözlerinde görüp, içimi aydınlatan bir ses vardı senden,

Meğer ne çok zaman geçmiş üzerinden seni seviyorum dediğin anlardan.

Ne de çok zaman geçmiş.

 

 

54

Hamide

 

Çocukluk arkadaşım, can yoldaşım e(Z)el ‘i hiçbir zaman bu seferki gelişinde olduğu kadar mutlu görmemiştim.

Bütün çocukluğumuz neredeyse beraber geçti e(Z)el ile. O sadece benim değil onu tanıyanların hepsinin mahzun prensesiydi. Taa çocukluğundan itibaren eşsiz bir zerafet ile donatmıştı tanrı onu. Attığı her adımda etrafını büyülerdi adeta. Hepimiz onun gibi giyinmeye, onun gibi konuşmaya ve onun gibi gülmeye çalışırdık. Oysa o bu zerafet dolu tavrı için özel hiçbir şey yapmazdı ki, abartısız ve çok sade bir yaşamı vardı aslında. Ama tanrı bir kere vermeye görsün, bütün güzellikler e(Z)el ‘in üzerinde toplanmıştı sanki.

Eğitimci olan anne ve babası  çocuklarını her zaman çok önemsediler ve tabi ki onların arkadaşlarını da. Bundan dolayıdır ki rahmetli İrfan amcama da Kamile teyzeme de her zaman çok yakın oldum ve kendimi şanslı hissettim. Onlar benim de hem ailem oldular hem de öğretmenlerim.

e(Z)el ile ilk ayrılışımız onun  üniversiteyi kazanıp şehrimizden gitmesi ile oldu ama birbirimizden hiç kopmadık. O sevgili kardeşini kaybettiğinde ben de kardeşimi kaybetmişim gibi üzüldüm ve yıkıldım. Arkadaşlıktan da öte iki kardeş gibiydik artık. Ama e(Z)el ‘in şansızlığı bu kadar değildi elbette. Hayrını göremediği bir evlilik yaptı. Uzun yıllar İstanbul da yaşadı, çocukları oldu ama asla mutlu olamadı.

e(Z)el ‘in yokluğunda tabi ki kamile teyzemi hiç yalnız bırakmadım..o hep e(Z)el ‘in yokluğunu hissetti. onun ve çocuklarının her gelişlerinde çok sevinirdi fakat e(Z)el ‘in bir türlü mutlu olamadığını gördükçe de çok üzülürdü  Bir taraftan şu kızın bir gün olsun mürüvvetini görsem de sonra Allah’a canımı emanet etsem diye söylenirken diğer taraftan da  yeni bir beraberliğe daha doğrusu yeniden evlenmesine de pek sıcak baktığını görmedim..hatta buna karşı olduğunu da söyleyip durdu hep.

Ben böyle düşüne durayım bu gelişinde karşımda bambaşka bir e(Z)el buldum. Gözlerinin içi ilk kez gülüyor. Tarifsiz bir sevinç içersinde. Gün boyunca telefonunu elinden düşürmüyor ve uzun uzadıya görüşmeler yapıyor. Bu kez her seferinden farklı olarak bir an evvel gitmek için çırpınıyor. Önceki yıllardaki tatil dönemlerinde en az iki ay burada kalırlardı .bu kez geleli daha on gün olmasına rağmen gitmekten söz ediyor. Üstelik temmuz ayının ilk haftasının sonunda mutlaka dönmüş olması gerektiğini ısrarla söylüyor. Sanırım o günlerde özel bir şey var ve e(Z)el bunu çok önemsiyor.

e(Z)el nazara çok inanan biri, bu kadar yakın olmamıza rağmen bana da ser verip sır vermedi ama illa da bir şeyler söylemesine gerek yok ki. Yüzündeki tebessüm her şeyi açıklıyor zaten. Hadi bakalım hayırlısı.

 

55

Ayrı kalış “ e(Z)el

 

Hem babamı hem de sevgili kardeşimi kaybettikten sonra bu dünyada anneciğim ile yapayalnız kaldık. Tesellimiz benim çocuklarım, onlar da olmasaydı ne yapardık bilemiyorum.

Annem bizi dört gözle bekliyor her tatil döneminde.Gidince de heyecandan bizi nasıl kaldırıp indireceğini şaşırıyor. Yaşlılık ve yalnızlık onun için tabi ki olumsuz bir durum ama bize gelmeyi, bizimle yaşamayı da kabul etmiyor, varsa yoksa memleketi ve evi. onun için evinde onunla ne kadar çok kalırsak o kadar iyi. Biz de çocuklarla beraber onu mutlu etmek için çabalıyoruz ama bu kez durum farklı hayatımda artık biri var ve ilk kez bu defa bir an evvel dönmek için bahaneler bulmaya çalışıyorum. Çocuklar da bana yardımcı oluyor ancak annem gidişimize pek razı değil.

Eskiden olsa Hamide ile çarşı pazar gezer, çocukluğumuzun geçtiği yerlere gidip hatta okulumuzdaki sıralara tekrar tekrar oturup o günleri yad ederdik. Bu sefer canım hiçbir şey çekmiyor. Hesabım aslında annem ile mümkün olduğunca beraber olup burada kalma süremi kısaltmak.

Temmuz ‘un ilk haftasında Hüzün ‘ün doğum günü var ve biz bunu ilk kez beraber yaşayacağız. Hüzün ‘ü  böyle bir günde nasıl yalnız bırakabilirim ki.

Onunla annemden gizli saklı günde birkaç kez görüşüyorum. Telefonda ağlaşıp duruyoruz. İkimiz de çok sulu gözlüyüz herhalde. Sanki çok uzun bir süre geçti gibi muazzam bir hasretlik var yüreklerimizde.

Annem telefonu elimden düşürmediğimden olsa gerek bir ara şüphelenir gibi oldu, gözünü telefondan ayırmıyorsun dedi  ve hatta eşinden sonra  eline erkek eli değsin istemiyorum, yeteri kadar zaten üzüldün deyip duruyor. Annem iyi hoş da bu konuda birazcık tutucu galiba bakalım ona Hüzün ‘ü nasıl açıklayacağım. Kara kara düşündüğüm de bu zaten..

 

56

Sen şimdi neredesin “ Hüzün “

(devamla)

 

İnsanoğlu bu, her şeye alışıyor , hele ki bir şeyin üzerinden kırk gün geçsin, ne olursa olsun unutulur gider, alışırsın diyorlar. Fakat benim için bu hiç de öyle değil .

Ayrılığımızın üzerinden bırak kırk günü aylar, hatta yıllar geçti , her şeye alıştım da bir tek sevinçlerimi gölgede bırakan yokluğunun matemine alışamadım.

Sen hayatıma girmiş mucizenin bizzat kendisiydin, ben ise ızdıraba inat yaşamaya çalışmış aklı hür bir çocuk.

Ne yapsam, ne etsem anlattığım hiçbir şey gözyaşlarını dindirmeyecek biliyorum. Sen de sakın sus deme gözyaşlarına, bırak süzülsünler..

Bırak da yanaklarından dökülen yaşlardan hüzünler aksın ve hatta kim bilir belki bana dair nefretlerde.

Gecelerim gecelerin üstüne iniveriyor şimdi..bu nasıl bir hasret ki sana duyduğum, çevremde olup bitenlerden bile yoksun bırakmış beni, kolye gibi boğazıma dizilivermiş yokluğunun düğümleri.

Dalından henüz koparılmış taptaze bir aşktı sana duyduğum, bir ya da birden fazla düzine heves değildi..Bir nefestin yaşamam için, bir nefes. Artık ne ölüm ne de başka bir acı dindirir yokluğunun ızdırabını. Ne hüznü eksilir ne de doyabilir böyle bir aşka gönlüm. Olsa olsa bahçemdeki çiçeklerin boynu bükülür.

Hangi kader çizgisiydi bizi bir araya getiren..hangi rüzgarlardı.

Uzun bir bekleyişin öyküsüydü değil mi, bizimkisi aslında. Yıllar yılları kovalamış ve umutlarımız nerdeyse tükendi, bitti derken karşılaşıvermiştik seninle.

Bu tanrının bir lütfuydu herhalde.

Talan olmuş yüreklerimiz daha ilk andan itibaren coşkun suların emsalsiz koynuna   bırakıvermişti kendisini.  Kaf dağının ardına gizlenmiş masallardaki gibi,içimizdeki kaçışın öyküsünü yaşamıştık seninle sonsuza kadar sürsün diye.

Ama kader bu ya olmadı, olamadı.

Koparılmış takvim yapraklarını yerlerine koyabilmek mümkün olsaydı keşke . Saatler sussa, günler dönmese, o tarihler hiç değişmeden öylece kalsaydı, eşi ve emsali olmayan günlerden bugünlere hiç varamasaydık  keşke.

Bugünlerde böyleyim işte. Yüreğimdeki ateşlere, düşlerimdeki nice baharlara koşuyorum ama nafile.

Bakakaldığım denizin sonu hiç yok, tıpkı sana duyduğum aşk gibi.

Yalnız bir evin sessiz bir köşesinde, hayallerimin gerçek olduğu düşler kuruyorum.

Anlayacağın yine kederli şarkılarla baş başa kalıverdim şimdilerde.

 

57

İnci hanım

 

Bugün günlerden Cuma, Hüzün ‘ün sınıfında dersim var ve kendisi bize bir şarkı okuyacak. Hafta içinde bir gün kendisi ile teneffüste karşılaştım ve bana verdiği sözü hatırlattım “Sözüm söz” dedi..Ne hoş bir ifade, güzel sözler insanı rahatlatıyor üstelik toplumda güven duygusunu da geliştiriyor. Karşılıklı gülüştük.” Bu arada ben de sana kemanımla eşlik etmek istiyorum , eğer okuyacağın şarkıyı önceden bana bildirirsen ben de notasını bulup biraz bakayım “dedim. Çok sevindi. Nitekim kendisi de okuyacağı şarkıyı babasının kendisine yeni öğrettiğini söyleyerek adını verdi. Zaten şehirde sadece bir tane müzik mağazası var, adı  do re mi. Buna da şükür etmek gerekiyor. Ertesi gün gidip notayı aldım ve  ben de bu vesile ile şarkıyı çalıştım.

Eğitim enstitüsü müzik bölümünden mezunum, aldığım eğitim daha çok batı tarzında, Türk müziğine mahsus koma seslere biraz yabancıyım ve bu sesler çok önemli, bu nedenle do re mi müzikten notayı alırken orada bulunan beyden rica ettim bana bir miktar yardımcı oldu sağ olsun.

Sınıfa girer girmez Hüzün ‘ü biraz heyecanlı gördüm, arkadaşları da Hüzün ‘ün şarkı okuduğunu ortaokuldan biliyorlarmış zaten, gözleri hep onun üzerinde, kaş göz işareti ile birbirlerine Hüzün’ ü gösteriyorlar. ben ise onu ilk kez dinleyeceğim ve doğrusu en az onun kadar  heyecanlıyım.

“Başlayalım mı “dediğimde oldukça mahcup ve hatta biraz tedirgin olarak yanıma geldi.

Pür dikkat kesilmiş sınıfta transpoze yaparak karar sesinde biraz dolaştım, bu arada o da biraz rahatlar diye düşündüm. hüzün sesi algılar algılamaz şarkıya girdi.

 

Küçük suda gördüm seni

Gözlerinden bildim seni

İnkar etmem sevdim seni

Ne kadar cefa edersen

Gönül ayrılmıyor senden

 

İnce beli sarmayınca

Gonca gülü dermeyince

Ya sen ya ben ölmeyince

Ne kadar cefa edersen

Gönül ayrılmıyor senden

 

Şarkıya çalışırken de fark etmiştim,.son derece ilginç ve içli bir şarkıydı. Sözler melodi ile çok iyi bütünleşmiş. Ama doğrusu hüzün ‘de şarkıyı pek güzel okudu. Oldukça etkilendim.

Aslında buralarda halk müziği daha baskın, nasıl oluyor da daha bu yaşta bir çocuk bu şarkıyı öğrenme arzusu duyuyor ve içtenlikle okuyor.Demek ki babanın katkısının yanında genlerinde de mutlaka bu melodik yapı var. Şarkıyı Hüzün ‘den dinleyince matematik öğretmeni Akgün beye haksızlık ettiğimi bir kez daha anladım ve büyük bir pişmanlık hissine kapıldım.

 

58

Sahil

 

Gün batarken sahile yakın suları kan kırmızısı bir kızıllık sarar, güneş kocaman bir alev topu gibi önce yavaş yavaş sonra birden hızlanarak denizin görünebilen en uç noktasından sulara gömülürken. Kızıllık bu kez farklı renklerle beraber gökyüzünü kaplar. Bir renk cümbüşü başlar uçsuz bucaksız gökyüzünde ve gözleri kamaştırır.

Mehtap geceyi aydınlatmak için olağanüstü güzelliği ile sahile indiği şu saatlerde uzak uzaklardan, mavi denizlerden suları koşar adım taşıyan yorgun dalgalar hırslarını alırcasına kıyıya vuruyor  Temmuz ayının bu yakıcı sıcaklılığını dindirmek için meltem tüm nefesini harcarken , tüm bu güzellikleri sahile inenler soluyor adeta. Hele ki aşıklar.yüreklerindeki coşkuyu  bu cennet bahçesinde yaşamak için koşuşturuyorlar.

Her yaştan insanı bulabilmek mümkündür sahilde. Genci, yaşlısı, pervane böceği gibi dolaşır durur. Yüreklerdeki renk armonisine binlerce çocuk salınır. Nedense yaşam burada her gün yeniden başlar. Akıl, fikir sevgiliden yanadır. Hemen herkes yaşadığı ya da yaşamayı umut ettiği aşkını burada bulmak ister, gözler aşkı anlatır.

Kaybolan aşk da buradadır, özlemi duyulan da.

Gözler bu güzelliklerin büyüsüne kapılır her daim. dillerde yalnızca sevgiler vardır. Sevgi zirvelerdedir, aynı anda içimizde ya bir şiirin ruhumuzu aydınlatan hoyrat sözleri ya da bir şarkının coşkulu nağmeleri dolaşır, usta eller ile gergeflerde işlenen kaneviçeler gibi.

Sahilde heyecan kalıcıdır. Saman alevi gibi parlayıp sönmez, olsa olsa umut yarına kalır.

Umut sahildedir. Umut bu cennet bahçesinin her adımında yeniden doğar, güne elveda, geceye merhaba derken tebessümler kaplar yüzümüzü.

Aşkın varlığı yüzdeki tebessümde gizlidir.

 

59

Şahit

 

Sevgiliden ayrı kalış anları dallarında kurumuş yapraklar misali birer birer kopup düşerler önümüze ve rüzgarlar ile savrulurlar dört bir yana. İçimize dalga dalga yayılır yokluğunun yalnızlığı, üşürüz. Gecenin kör vaktinde ıssız sokaklarda yalnız başına dolaşırken ayrı kaldığımız sevgilin hasreti vurur yüreğimize. onun bir sesi ya da bir nefesi yeşertir umutları ancak.

5 temmuz Perşembe günü gece saat 22.47 de Hüzün sahilde bir bankta oturmuş denizi seyrederken telefonu çaldı. Arayan  e(Z)el  ve ekranda görünen isim “ birtanem”di.

Hüzün büyük bir heyecanla telefonu açtı. Esasen diğer gecelerde de olduğu gibi yine ondan telefon bekliyordu, bunun içindir ki elinden düşürmediği telefonuna sık sık bakıyor gözlerini telefonun ekranından alıkoyamıyordu. Oysa buna gerek yoktu ki, telefon çaldığında duyacaktı zaten.

Birbirlerini ne çok özlediklerini anlatan sözcükler havada uçuştu adeta. Nefes bile almadan konuşuyorlardı. Doğrusu merak ettim, sözcükler bu kadar çok ardı ardına sıralanırken nasıl oluyor da birbirlerini dinliyor olabilirlerdi.

Hüzün ‘ün aklı fikri e(Z)el ‘in iyi olduğunu belirtir sözleri söylemesindeydi. e(Z)el gideli bugün on sekiz gün olmuştu fakat bu süre ona hiç bitmez asırlar gibi gelmişti. Konuşmanın sonuna doğru     e(Z)el ” yarın gece için rezervasyon yaptırdım kısmet olursa cumartesi sabahı orada olacağız” dedi. Bu hüzün için müthiş güzel ve heyecan verici bir haberdi.

Günün ilk ışıkları ile doğan güne yorgun, uykusuz ve düşünceli girmeye alışık Hüzün bu kez aynı zamanda tarif edilmez bir sevince büründü. Kavuşmak tutkusu ile deliren bir gönül vardı artık, gözler aydınlanmış, karşıda dağ heybetinden uzak bir karış kadar alçak, deniz bir adım kadar küçük ve saçlarını dağıtan ise rüzgar değil e(Z)el ‘in nefesiydi.

 

III.Bölümün sonu

 

IV. Bölüm

 

60

Sen şimdi neredesin “ e(Z)el “

(devamla)

 

Koca gövdeli ağaçları yerlerinden söküp atacak kadar güçlü deli fırtınaların önünde savrulan özlemlerim var senin için.

Sabahları ayrı, akşamları ayrı ve gün içerisinde ayrı düşlüyorum seni. Laftan hiç anlamaz kalbim umutsuz bekleyişlerime aldırmadan seni sorup duruyor ha bire. O’na söz geçirmeyi başarmam hiç mümkün değil.

Her günün başlangıcında şafak seninle söküyor. Seni soluyorum ılık nefesinde. Her gün onlarca kez bana gelip, gün sonunda da karanlıklara akar gibi kaybolup gidiyorsun. Artık biliyorum. Ertesi gün yine seninle başlayacak. Sensiz bir tek günüm bile yok ki.

Aşkın sadece mutluluk olduğunu düşünürdüm.   Aşk acı çekmektir derlerdi de inanmazdım Oysa öyleymiş hakikaten. Yokluğunun acıları dünyamın bir parçası oldu. Sessizce durup gözlerimden akan yaşların dinmesini bekliyorum, ama nafile.

Kalbimin pas tutmuş kilidini açtığının üzerinden hayli bir zaman geçti. Onu şimdi tekrar kapatmam imkansız. Söz geçiremediğim kalbim umutla seni bekliyor.

Mektupların odamın aydınlık köşesinde duran rahlenin üzerinde seni haykırıyor. Duymak istediklerimin hepsi yüzlerce kez okuduğum bu mektupların içerisinde.  Dönüp rahleye baktığımda önünde bağdaş kurmuş  bana yeni mektuplar yazarken görüyorum seni. Keşke bir kez olsun gerçek olsaydı bu. Bir defasına bile razıyım, biliyorum.

Kırılan ya da onarılmayı bekleyen sevgim yok sana dair. Sevgim ilk günkü gibi taze ve sıcacık.

Anlatmak istediğim o ki sır gözlüm, aşkımızın ebedi sofrası hâla seni bekliyor.

 

61

Müdür Aktan

 

O günlerde daireye  rutin teftiş için  gelen müfettişler her bir evrakta ayrı ayrı bahaneler bularak bize neredeyse kan kusturuyorlardı.  Özellikle muhasebe kayıtları üzerinde genel ve geniş bir çalışma yapıyorlardı.  Sayman Hüzün ve ben koşturup duruyorduk.

Yine böyle bir gün sabah saatlerinde müfettişler ile beraber odamda kahvaltı yaparken  telefon çaldı. Şehirlerarası santralındaki kız “sizi İzmir ‘den kurum doktoru Jale hanım arıyor “dediğinde orada yaşayan kayınvalidem ve baldızım aklıma geldi önce. Ancak onların kurum doktorumuz ile bir işleri olamazdı. Neden aradığına bir anlam veremedim.

Tabi o zamanlar ne otomatik telefon var ne de cep telefonu. manyetolu telefon ile görüşmeler yapılabiliyordu. Telefonun ucundaki bayan ” ben İzmir den kurum doktoru Jale ” dediğinde şaşkınlığım hala üzerindeydi. “Maalesef  bugün Hüzün ‘ün kızı Pınar ‘ı kaybettik. Önce sizinle konuşayım istedim. Nasıl yaparız, nasıl haber veririz Hüzün ‘e” Sesinden belliydi, doktor hanım çok üzgündü ve sanırım biraz da paniklemişti. Doğrusu benim de bir an da elim ayağım buz kesti.

Bir şey söylememe fırsat bile kalmadan doktor Jale, kısa bir boşluk sonrası fikir değiştirerek, “sanırım en iyisi benim ona bizzat söylemem” dedi. “Sizden rica etsem onu telefona çağırır mısınız” Hizmetliyi çağırmayı bile düşünmeden hemen Hüzün ‘ün odasına koşturdum, O ha bire müfettişlere dosya hazırlamak için çabalıyordu. “Sana İzmir ‘den telefon var, bakar mısın” dedim. Beraberce benim odama döndük O telefonu eline alıp konuşmaya başlar başlamaz, bir an içinde ataması yapılıp bizim daireye ilk geldiği gün  bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Hatta öncesi.

Genel müdürlükten aramışlardı, sizin oraya bir sayman ataması yaptık, solcumuymuş nedir, yani siyasi biri, aman siz siz olun dikkat edin, üstelik adam dairede sizden sonra amir konumunda, sakın  personelin de aklını çelmesın diye sıkı sıkı tembihlemişlerdi. Doğrusu ben de emekliliğime şurada az bir süre kalmışken huzurum bozulsun istemiyordum  Bu nedenle biraz tedirgin olmuş ve hatta inşallah istifa eder de gelmez diye de dua etmiştim.

İlk geldiği gün odamın bahçeye bakan penceresinden dışarıyı seyrediyordum. Elinde iki valiz ve omzunda bir radyo-kasetçalar olan oldukça genç birinin dairenin giriş kapısına doğru geldiğini gördüm. Sanırım görüntüsünden olsa gerek hiç ihtimal vermemiştim onun olduğuna. Ama biraz sonra hizmetli kapıyı vurup, yeni saymanımız geldi müdür bey dediğinde,odama buyur et dedim.

Odama oldukça  mahcup ve çekingen ve bir o kadar da saygılı bir şekilde girdi. Henüz çok genç biriydi. Onun sayman olarak atandığı ilk yerdi burası. Biraz konuştuk kendisi ile. Tayinin neden yapıldığını anlayamadığını fakat bunu sorun etmeyeceğini söyledi. “İsterseniz yerleşik düzene geçinceye kadar şimdilik bizim misafirhanede kalın dedim” Sevindi.

Onu dairenin misafirhanesine yerleştirirken dikkat ettim valizlerinin birinde elbiseleri, diğerinde ise kitapları vardı. Merak edip “ne tür kitaplar okuyorsunuz, ben de kitap okumayı çok severim” dediğimde, “hiç merak etmeyin bunlar yasak olmayan şiir kitapları ve romanlar” demişti. Sanırım kaygılandığımı sezinlemiş ve beni rahatlatmak istemişti.

Zaman içinde Hüzün’le çok iyi dost olduk. Hiç de korkulacak biri değildi. Ancak o günlerde düşünce en büyük suç olarak algılanıyordu ve onun da bütün kabahati buydu. Dairede önce evrak arşivlemesinden başlayarak bir sürü yenilik ve düzenleme yaptı. Personel ile çok güzel ilişkiler kurdu. Valla ne yalan olsun personel benim izin ya da rapor almamı dört gözle beklemeye başladı. Zira Hüzün onlar için bir amir değil çok iyi bir arkadaş gibiydi.

Bir kaç kez eşimle beraber onu lojmanlardaki evimize öğlen veya akşam yemeklerine davet ettik. Hiçbir aykırılığı yoktu. Hatta çok sıradan biri gibi davranıyordu. Bize konuk olduğu anlarda bir konuk değil ,  bize kendisini adeta evden , aileden biri gibi hissettirmiştir her zaman.

Dönem tabi ki olağanüstü bir dönemdi ve anlayabildiğim kadarı ile birilerinin Hüzün’e rahat verecekleri de yoktu. Çok sık olarak onun için geçici görev emirleri gelmeye başladı. Gittiği bir yerden henüz döner dönmez teleks emri ile yeni bir yere görevlendiriyorlardı. Sanırım bölgemizde gezdirilmediği bir yer kalmamıştır Hüzün ‘ün. Geçici görevle gittiği yerlerden de çok iyi arkadaşlıklar edindiğini ona gelen mektup ya da telefonlardan anlamak pekala mümkündü.

Hüzün’ün telefon görüşmesi uzun sürmedi. Kelimeler gittikçe yoğunlaşan bir biçimde boğazında düğümleniyordu. Telefonu kapatır kapatmaz önce baş sağlığı diledim kendisine. Müfettişler de öyle. Üzüldüler ve teskin etmeye çalıştılar. Zamanımız kısıtlıydı. Hemen genel müdürlüğü aradım ve Hüzün için izin talebinde bulundum.

Çocuğunu bu son yolculuğunda yalnız bırakmamak onun hakkıydı.

 

62

Gönderilmemiş mektuplar “ Hüzün ”

 

Birtanem..

 

O gün yoğun ve stresli bir iş gününü geride bırakmış,evime doğru giderken, arabamın müzik setinde  Nana Mouskouri ile Julio İglesias’ın   birlikte  düet yaptıkları  bir şarkı çalıyordu.. Bir İspanyolca şarkı..“ Se Que Volveras.” Bu harika bir aşk şarkısıydı.

Bu şarkı sanki benim sana olan aşkımı anlatıyordu birtanem. Gönlümün derinliklerindeki  aşkı.

Sığındığım tek şey bu aşk şarkılarıydı. zaten. Başka neye,.nereye sığınabilirdim ki ? Sen yoktun ve ben yoktum birtanem.

Tıpkı o şarkıda olduğu gibi. ” Sen yoksan ben yokum. Sen varsan, her şey tamam ”

Beni benden alıp götüren yokluğunu, üstelik iliklerime kadar  bütün benliğimde yaşamak çok acı. Yeniden siyah-beyaz dünyama dönmüşüm ve yaşamın renkleri .bir anda kaybolup gitmişler, bir anda kaybolup gitmişler.

Ne lacivert akşamlar

Ne ayın gecenin karanlığında o muhteşem güzelliği

Ne dalgaların kıyıya vururken çığlıkları

Ve ne de rüzgarın tenimizi okşayan o güzelim sesi

Artık yoklardı.

Onlar artık yoktu.

Bitanem

Aklım fikrim hep sende o anlarda. Nerelerdesin, kiminlesin ?

Birileri sana zarar verir mi ? Bunu düşünmekten artık yorgundum ve korkuyordum. İşte bu korku bütün benliğimi sarmış, kahroluyordum.

Yaşamın acımazlığı bazen karşımıza dikiliverir.

O anlar, o zamanlar sana göre değildir birtanem.

O kadar çok zarif ve narinsin ki, biliyordum. Bir yanlışlığı veya bir kötülüğü asla kaldıramazdın.

Bu neredeyse senin sonun olurdu.

Ben ne yapardım o zaman. ?

Aman  Tanrım, ben ne yapardım ?

Bu düşünceler beni adeta yiyip bitiriyordu.

Tanrım; Sen o’nu kötülüklerden koru. Lütfen tanrım o’nu kötülüklerden, hayal kırıklıklarından koru.

Bu dua dilimden düşmeyen bir şarkı gibi olmuştu. o günlerde.

Bitanem.

Son zamanlardaki ruh halim yine bir karasaban gibi üzerime çökmüştü.

Aslında hiçbir yere gitmek istemiyordum.  Ne evime ve ne de bir başka yere.Günlerdir,uykusuzdum.neredeyse ayakta duracak takatim bile  kalmamıştı.

Çok sevdiğim, üstelik her yerinde senin izlerinin olduğu evime de öyle. Asla gitmek istemiyordum.

O ev sanki bir başka hüviyete bürünmüştü. Dört duvar arasında kıramadığım zincirler ile sarılmıştım ve zindanlardaydım.  Ama onun ötesinde geceler kabusa dönüşmüştü ve uyuyamıyordum.

Geceler güne çıkmıyordu artık. Umutlarım tükenmişti.

Şairin , “ Pervam yok verdiğin elemden..Verdiğin her mihnet kabulümdür.Yeter ki gün eksilmesin penceremden “ dediği gibi, ben de günün penceremden içeri süzülmesini ne de çok istiyor ve bekliyordum.

Seni  kaybetmiştim ve bu acı yüreğimin derinliklerindeydi.

Yaşadığımın farkında bile değildim.

Günlerdir yalnızdım ve hayatın bazen durabildiğini artık biliyordum.

Yine uyuyamayacağımı, kendimi ya  ıssız ve karanlık sokaklara veya anılar ile dolu sahile atacağımı ve avunmaya çalışacağımı biliyordum.

Gün penceremden içeri girsin, her şeye razıydım.

 

Bitanem.

Hayatımın en tatlı sürprizi,beni aradığın o andı.

Gelen çağrıyı yanıtlamak  için ekrana baktığımda.” birtanem” yazısını gördüğüm anı, içimde fırtınalar estiren bu çağrıyı nasıl büyük bir coşku ve heyecan ile karşıladığımı sana nasıl anlatabilirim ki.

Bazen kelimelerin kifayetsiz kaldıkları an vardır bir tanem. İşte o an, bu andı.

Önce konuşmadın. Bir an hayal kırıklığı yaşadım. Üstelik yoğun bir biçimde.Ve hatta yanlışlıkla aramış olabileceğini bile düşündüm bir an. Tereddüt geçirdim. Ama ne olursa olsun seni aramalıydım artık.

Bitanem.

Yumuşacık, o seninle bütünleşmiş mahçup ve bir o kadar da zarif sesini duymak benim için dünyalara değerdi.

“Sahildeyim “dedin önce.

O sahil, bizim sahilimizdi..

“Yalnızım “dedin.

Ve beni benden bir kez daha alan ve yine yeniden bir başka dünyalara götüren o sözü söyledin birtanem.

“Meğer ne çok sevmişiz birbirimizi”

“Meğer, ne de çok sevmişiz”

Denizlerdeki deli dalgalar gibi dalgalar ve fırtınalar, kasırgalar koptu yüreğimden.

Aktılar, aktılar.

Birtanem.   O akşam sana gelirken uğradığım çiçekçideki bayan ,beyaz gül isteğim üzerine yüzünde beliren acı  tebessüm ile bana döndü ve ” hala böyle saf ve temiz aşklar var mı ” diye sordu. Sanırım yüzümdeki sevinci, coşkuyu fark etmişti. Ona” sanırım hala var” derken, içimden de ben böyle bir aşkı tanıyorum diye seslendirdim.

Bu benim sana olan bitmek tükenmek bilmez aşkımdı.

 

 

63

Özlem

 

Annemle babamın evliliklerinin üzerinden uzun yıllar geçtikten sonra doğmuşum. Annem hep  “ yıllarca yanıp tutuştuk senin varlığın için. Mutlu yuvamızın tek eksiğiydi yokluğun. Özlemimiz o kadar büyüktü ki sana başka isim yakışmazdı zaten “ derdi.

Meğer kaderimi de belirlemiş ismim.

Hüzünlerin evi ile karşı karşıyaydı evimiz.Çocukluğumuz birlikte geçti.Birlikte oynadık saklambacı, körebeyi, köşe kapmacayı.Bayramlarda el öpmelere, şeker toplamalara birlikte giderdik. Sevinci, acıyı paylaştık yıllar boyu.

Aynı okullarda, aynı sınıflarda okuduk üniversiteye gidene kadar.Küçücük dünyamda ayrı yeri vardı Hüzün’ün. Kocaman yüreğimde de ayrı yeri oldu hep.

Öyle özel bir yeri vardı ki kimselere açmadım.Kimselere anlatmadım. Kimselere aralamadım kapısını.

Biliyordum benim de O’nun yüreğinde ayrı yerim vardı. Bundan öyle emindim ki, bir süre aynı duygularla, farklı yüreklerde olduğumu sandım. Mutlu oldum bu sanıyla. Belki de bunda tüm tanıdıklarımızın bizi birbirimize ne kadar da yakıştırdıklarını duymamın etkisi oldu. Anlamadım ya da öyle olsun istedim.Öyle olsun bekledim.

Hüzün benim için yaşamdı. Bu dünyada oluş sebebimdi. En güzel renkleri görmemdi O’nun bana bakışı.  Duyduğum ezgilerin tümü O’nun sesi ile doluydu.

Üniversite sınavlarına girdiğimizde de aynı tercihleri yapmıştık aslında. Ne olduğunu anlayamadım bir aksilik olmuş ve farklı bölümlere girivermiş buldum kendimizi. Ama olsun aynı okuldaydık ya, yine görecektim O’nu. Bu bile bana yeterdi her şeye rağmen.

Aynı şarkıları dinlerdik, aynı resimlerden hoşlanırdık, aynı öyküleri birlikte aynı sonla tamamlardık. Hep birbirirmizi tamamlıyoruz sanırdım O bana ben O’na bakarken.  O’nun olmadığı bir yaşamın varlığını hayal bile edemezdim, etmezdim ki.

Çok büyük paylaşımlarımız oldu beni mutlu kılan. Yaşama birlikte başladığımız gibi, birlikte sürdürebileceğimize, birlikte sona erdirebileceğimize de öyle inanmıştım. Benliğimin, yüreğimin her noktasına kazımıştım bunu. Yıllar sonra bir gün heyecan, mutluluk,coşku dolu cümlelerle e(Z)el ‘ini anlatıncaya kadar.

Sesinde duyduğum o sonsuz mutluluk ve gözlerinde gördüğüm tarifsiz aşk. Evet, aşkını sadece gözleriyle,sadece gözleriyle bile anlatan Hüzün.

İşte o an, artık benim için sadece özlemdi. Hep özlem. Sadece Özlem.

 

64

Şahit

 

Hüzün parlak geçen çocukluğundan sonra yaşanmamış saydığı gençliğiyle beraber geride bıraktığı son yirmi beş yıldan sonra bugün bir ilki yaşadı.

Altı temmuz cuma gününü, yedi temmuz cumartesi gününe bağlayan bu gece sabaha kadar uyuyamamıştı. Sabahın ilk ışıkları ile günü, gün aydınlığı,yüreğinin ateşi  sevgili e(Z)el ‘i dönmüş olacaktı. Aslında uyuyup zamanın bir anda geçmesini düşünse de çabası boşunaydı. Sabaha kadar kâh yatağında kıvranıp  kâh evin içinde dolanıp durdu. Gece boyunca gözü saatindeydi.  Her saate baktığında hareket zamanından yola çıkarak onların o anda nerede olduklarını hesapladı.

Sabahın ilk ışıkları ile beraber telefonu çaldı. Arayan e(Z)el ‘di.

Şimdi döndük dedi e(Z)el. “Seni bu saatte aramış olmakla rahatsız edebileceğim hiç aklıma gelmedi, bilakis uyanmış olduğunu ve benden haber beklediğini düşündüm.”

“Doğru” dedi Hüzün. “Ben de sizin tam da bu saatlerde eve dönmüş olacağınızı hesaplamıştım. Sefalar getirdiniz”  Sevincinden ruhunda derin bir huzur hissetti. Sonraki cümleler coşkun akan bir ırmaktan dökülen sudan seller gibi peşpeşe düşüverdi dilinden. ” İşte şimdi şehrin sessizliğe bürünmüş havası dağıldı. Bugün burada gün bir başka doğuyor senin dönüşünle” dedi.

Sonra düşündü. “Tüm sıcakları beraberinde getirdin, içim ısındı ve beynim nihayet şimdi biraz nefes alıyor” dedi. “Sen, sadece sen olduğun için mutlu ediyorsun beni”

Alabildiğine hasret doluydular. Uzun uzun konuştular. Konuşmanın sonunda e(Z)el, “ Sana bir şey söylemek istiyorum” dedi. Hüzün meraklandı. “Bugün özel bir gün biliyorsun” Hüzün “ evet “ dedi. “ Sizin dönüşünüz tabi ki bu günü özel kılıyor, daha ne isterim ki”

“Hayır, hayır “ dedi e(Z)el  “ Sanırım unuttuğun bir şey var. Ama ben unutmadım, bugün yedi temmuz. Senin doğum günün”

Hüzün son doğum gününü ne zaman kutladığını bile hatırlamıyordu. Üzerinden o kadar çok zaman geçmişti ki. Bunu, kendisinin bile hatırlayamadığı bu özel günü e(Z)el ‘in hatırlaması olağanüstü bir güzellikti. İçi burkuldu. Kaybedilmiş yılları için yaşlar gözünden bir anda sel olup aktı..

Yaşanmamışlıkla dolu geçen  ve hiç hatırlamak istemediği onca yıldan sonra bu o’nun için bir ilkti.

Akşam sahilde buluşmaya karar verdiler.

 

65

e(Z)el

 

Annemi ikna etmeme yardımcı olup dönüşümüze olanak sağladıkları için çocuklarıma minnettarım. Hakikaten olağanüstü çaba gösterdiler. Büyük kızım üniversite sonuçlarını ve kayıt işlemlerini öne sürüp “ hemen gitmemiz gerekir “ diye anneannesinden izin isteyip durdu. Bu arada annemi de güç bela ikna ettim. Sağlıkla ilgili kontrollerini yapmak üzere bize gelecek ve ben kendisini yakınlarımızdaki hastaneye götüreceğim.

Bugün Hüzün ‘ün doğum günü. Sabah erken saatlerinde evimize varır varmaz ilk olarak kendisini aradım. Telefon karşı tarafta bir kez çalınca hemen açıverdi telefonunu. Demek ki bizi bekliyormuş. Çok heyecanlandı, benim heyecanım da cabası. Sanki ne dediğimizi bilmez halde duygularımızın sarıp sarmalandığı gibi konuşup durduk. Kendisine bugün doğum günü olduğunu hatırlatınca tepkisinden dolayı doğrusu bir şaşkınlık yaşadım. Bundan hiç haberi yokmuş gibi veya unuttuğu bir şeyi kendisine hatırlattım gibi algıladı. Ne tuhaf.

Yolda çocuklarla konuştum. Acaba beraber kutlayacağımız bu ilk doğum günü için Hüzün’e nasıl bir hediye almalıyım. Üçümüz de farklı şeyler düşündük önce ama sonunda karar verdik. Umarım alacağım hediyeyi beğenir.

Akşam için sahildeki restaurantlardan  birine telefon açtım ve rezervasyon yaptırdım.Masamızı hazırlayacaklar ve mumlarla donatacaklar.Ayrıca yakınlarımızdaki pastaneye pasta, çiçekçiye ise çiçek siparişini verdim. Hepsini sıkı sıkı tembihledim. Dualarım  her şeyin tam vaktinde olması bir aksilik çıkmaması için. Ben de  o saate kadar Hüzün’e  hediyesini alacağım.

Ancak; Hüzün ‘e de söyledim. Akşam ilk buluşmamız sahilde olacak. Ellerimiz orada ayrıldı. Tekrar orada birleşmeli. Sonrasına da Allah kerim.

 

66

Bir diğer çocuk

 

Babamın ısrarla karşı çıkmasına rağmen, annem beni doğurmayı çok istemiş.” Seni çok istedim” diye de hep söyler zaten. Doğrusu onun çocuğu olmak beni her zaman heyecanlandırmış ve mutlu etmiştir.

O günleri tabi ki tam olarak hatırlamam mümkün değil. Annem bu konuda ketumdur ama yine de duyduklarımdan öğrendiğim bazı şeyler var. Daha dört aylıkmışım ben. Ablam ise beş yaşında. Babam bir gün annemin karşısına geçmiş ve damdan düşer gibi “ artık ayrılalım” deyivermiş. Kadının adı yok zaten. Annemin neden diye sorma hakkı bile olamamış. Doğrusu ortada babam açısından böyle yapmasını gerektirecek ne vardı, onu da bilmemiz imkansız.

O sıralarda anneannemin bizim için satın aldığı evde oturuyormuşuz. Babamın bu isteği üzerine annemin biraz bocalasa da yapılabilecek bir şeyin kalmadığını kavraması uzun sürmemiş. O sıralarda şimdiki evimize yakın bir kurumda çalışıyormuş annem. Belki o nedenle, ama daha çok evimizin bulunduğu yerdeki çevreye karşı mahcubiyetinden olsa gerek, eski muhitimizden ayrılmaya karar vermiş. Anneannemin desteğiyle satın aldığı bu evimize Ablam ile beni de yanına alarak taşınmış. Doğrusu babama bu konuda çok kırgınım. Ablam ile beni daha o yaşlarda baba sevgisi ve şefkatinden mahrum bırakması ve bizlerin bütün sorumluluğunu anneme yüklemesi yetmiyormuş gibi, bunca yıldır hâla anneanneme ait evde hiç sıkılmadan öylece rahat oturması çok tuhaf. Babam ile ilişkimiz çok ama çok sınırlı. Annem her ne kadar bütün anlayış ve hoşgörüsünü sergileyip, hiçbir şey olmamış gibi davranıyor olsa da, ablam ile benim babama olan kırgınlığımız sanırım hiçbir zaman bitmeyecek.

Zaman, içimizdeki yaraya acıtarak tuz bastı. Yaramız kabuk bağladı ama içindeki sızı hep taze kaldı.

Aslına bakarsan bazen böylesi daha iyi olmuş diye düşündüğüm de oluyor. Zira annem olağanüstü zarif, karşısındakine insan olduğunu iliklerine kadar hissettiren biri. Babam da ise bunun zerresi bile yok.

Annem kendi bakışlı bir kızdır. Nur yüzlü ve badem gözlüdür. Biz onu olağanüstü güzelliğinden ve yaralarından tanıdık.gözünde her zaman parıldayan bebekleri olduk.

Anneler kızlarının önünde hep modeldir derler. Bu çok doğru. Ama bizim onun gibi olağanüstü zarafete erişmemiz neredeyse imkansız. Her attığı adım, her söylediği söz çok farklı. İşi gücü bırakıp, onun gibi biri olmaya çalışsak her halde ömrümüz yetmez.

Annem bütün zamanlarını bize adadı.Ta ki karşısına Hüzün Abim çıkıncaya kadar. Ondan sonra da bizi ihmal ettiğini söylemek imkansız. Ama onun sevgisini Hüzün Abi ile paylaşmak durumunda kaldık. Bundan şikayetçi olduk mu ? Tabi ki hayır.

Ablamla ben annemize hep ismiyle e(Z)el diye hitap ederiz. O bizim için yokluğu imkansız biridir.

Bazen düşünürüm e(Z)el kimdir diye. Yanıtı hiç zor değil aslında. O, tanrının bizi koruması için gönderdiği günahsız bir  melek.

 

67

Sen şimdi neredesin “ e(Z)el ”

(devamla)

 

Zamane kalabalıklardan biri gibi her şeyin peşinde değilim. Hatta hiçbir şeyde gözüm yok dersem inan. Kanadı kırılmış hatta üstüne bir de tüyleri de yontulmuş zavallı, garip bir göçmen  kuş gibiyim. Salınacak bir yanım hiç yok  Öylesine biçare halde evimin bir köşesinde oturmuş gözüm penceremin dışarıyı gören kısmında, kulağım ise eşikte gelişini bekliyorum.

Annemin dileği de oldu galiba. Elim bir başkasının ellerini tutmaya meyletmiyor, gözümün bir başkasını görmesi hatta bunu düşünmem bile imkansız.  O’nun dediği gibi yaradan da nasip etmesin zaten.

Seninle olduğum zamanlarda mutluluktan deliriyordum adeta. Şimdilerde ise yokluğundan. Yokluğun her daim hecelerimde.

Bu yalnızlığımı bastırabilmem için gönlümde herhalde bir ihtilâle muhtacım. Seninle ilgili her şeyi prangalayıp astım evimin her bir köşesine. Senli düşlerimi sırtımda da olsa taşırım bir gün olsun unutmayayım diye. O günlerden  geriye düşlerimden başka ne kaldı ki.  Bu düşler ki hasretimi dindirirler mi bilemiyorum

Bir gün çıkıp da gel. Gökyüzündeki yıldızları saymak boynumun borcu olsun vallahi.

 

68

Hüzün

 

Aşağıya inmek için asansörü beklerken o kadar sabırsızdım ki neredeyse merdivenleri üçer beşer atlayıp bir an evvel yola koyulmayı bile düşündüm. Daha az önce baktığım kol saatime bir daha, bir daha göz attım. Saatin akrebi de yelkovanı da sanki kalbimin ritmik atışlarına eşlik ediyorlardı.

Sokağa adım atmaz şehrin gürültüsü yüzüme vurdu ama hiçbir şey umurumda bile değil. Fakat  bir şey var ki o an ruhuma işlemiş sanki. Herkes gülümsüyor ya da bana öyle geliyor. Herhalde herkes benim bugünümü paylaşmak istiyor. Kolay değil, çok yıllar sonra ilk defa özel bir günümü kutlayacağız bu akşam.

Sahile iner inmez gördüğüm şu. Sıralı lambalar ayın eşsiz güzelliği karşısında suskun, dalgalar bütün zarafetini takınmış usul usul kıyıya vuruyor. Birazdan buraya çok özel biri gelecek ve muhtemeldir ki yıldızlar onun güzelliğini kıskanacaklar.

Kimler yok ki burada. Etraftaki kalabalıklar içerisinde sağa sola koşuşturan çocuklar, yazın sıcağından bunalmış, ser sebil olmuş ve bütün hıncını kenardaki serin çimlere uzanarak çıkarmaya çalışan birkaç sevimli köpek, aylak aylak denizin üzerinde keyif çıkaran karnı tok martı sürüleri, sahile bakan pencerelerde rüzgara uymuş tül perdeler ve gerisinde sahildeki coşkuyu izleyen meraklı ve bir o kadar da  mutlu insanlar. Sanki hepsi ağız birliği etmiş gibi bugünün sıradan bir gün olmaktan çok uzak olduğunun farkındalar ve kaynayıp duruyorlar.

Bu güne benzer günler neredeyse unutulmuş eski bir hatıra benim için .En son ne zaman kutlamıştım doğum günümü, hatırlamam bile imkansız. Her şeye geciktim diye hissettim bir an .Sonra düşündüm. Aslında geç kalmadık demişti. Demek ki yaşanacak bu günden yarınlara çok şeyimiz vardı hâla.

 

69

Gönderilmemiş mektuplar “ e(Z)el ”

 

Canım,

Hatırlıyor musun bir gün ;  bizi birbirimize bağlayan yollar var demiştin. Bu ne kadar da doğru ve isabetli bir sözdü.

Hayatımın hiçbir karesinde gerçek mutluluk tam olamamıştı. Fotoğrafta her zaman bir şeyler, daha doğrusu biri eksikti. Seni tanıyınca fotoğraftaki eksikliğin birden tamamlandığını anlamam hiç de zor olmamıştı.

Aramızdaki olup bitenleri her zaman dostluk olarak tanımladım. O kadar iyi bir dostluktu ki bu, biliyordum içinde çok daha fazlası da vardı . Kısacası bizimkisi tarif edilmez bir aşktı.

Biz seninle sadece aşkı değil kocaman bir dünyayı paylaştık. Gözümün gördüğü her yanda sen ol istiyordum. Canımdan bir parçaydın, şimdi de olduğu gibi.

Bana sarıldığında yüreğimi nasıl da ısıtırdın.

Sonra bir gün gittin. Gözümde dinmek bilmeyen yaşlar ve dilimde dönüşünü dilediğim dualarım kaldı.

Seni üzdüğümü biliyorum. O narin ruhunu incittiğimi de. Pekala ne yapmalıyım ? Şurada oturup ömrümü hasretinle mi tamamlamalıyım ? Yoksa bu dört duvar arasında bitmek bilmez kendi çığlıklarımı mı duymalıyım ?

Keşke başına gelebilecek bütün dertler beni bulsa, keşke imkan bulsam da elimi uzatabilsem ve bütün sıkıntılarını sırtından çekip alabilsem ve ben taşıyor olsam.

Kimi zaman yokluğunun koynunda uyudum. Kimi zaman gözlerimden dökülen yağmurlara kaçtım.

Neye baksam neyi görsem karşıma sensizlik çıkıyor. Olsun, vallahi varlığına inat yokluğunda da çok sevdim seni.

Dönüşünü kulağıma fısıldayan ses en büyük yalan. Ne olur. hiç değilse nefesinden bir yudum yolla bana, hayat diye soluyayım. Ruhum yeniden bahara ersin, sonbahar yaprakları gibi toprağa değil avuçlarının arasına düşsün.

 

70

Dr. Jale

 

Bu güne kadar ölümün solgun ve çelimsiz yüzünün aynı zamanda bu kadar güçlü ve acımasız olduğunu hiç bilememişim.  Ölüm günlük yaşam içinde  bize hep uzak durur.  Oysa şimdi, kundağa sarılmış gibi minik kefeninin içerisinde yüzünde hâla eksik olmayan tebessümü ile son yolculuğuna uğurlanan bu talihsiz yavrucağın kara toprağa tesellisiz emaneti, ölümün aslında bize pek uzak durmadığının bir işareti.  Öte yandan yağan kara ve dondurucu soğuğa aldırmayan kadınlı- erkekli yoğun kalabalığın yüzündeki acı tebessüm, kahredici bir yalnızlığı anlatıyor. Hepimiz paltolarımıza, mantolarımıza sıkı sıkı sarılmış, yüreğimizi dağlayan bu ölümün  bir hançer gibi içimize saplanmış resmini çekiyoruz  Ufak ufak akan ama içimizi kan gölüne çeviren damlalar  kesilmek, bitmek  bilmiyor.  Bugün Pınar’a veda ediyoruz.

Onun ötesinde de  içimizi yakan şeyler var elbette. Cenazede toplanan arkadaşlarımız içinde kimler yok ki? Hepsi bir anda, sürüldükleri memleketin dört bir yanından koşturup gelmişler. Yılmaz, Mümin, Seyhan, Ferah ve diğerleri.  Hepsi birbirinden seçkin bu arkadaşlarımızın suçu, kabahati neydi, ne günah işlemişlerdi ki ? Düşüncelerini ifade etmekten başka.

Hepsinin ortak bir görüşü vardı. Onlar vesayet rejiminden şikayetçilerdi. Demokrasinin bu ülkenin insanına çok görüldüğünden rahatsızlardı. Dertleri, tasaları da buydu zaten. Susmak yerine konuşmuşlardı. Konuşmanın suç olduğunu bildikleri halde.

Geriye dönüp baktığımızda yaşadığımız ülkenin sorununun aslında hep aynı kaynaktan beslendiğini görmemek neredeyse imkansızdı.. Yerleşik düzen  kendi damarlarından gelmeyen hiç bir düşünceye yaşam hakkı tanımıyordu. 1915 deki tehcir uygulaması, 36-37 Dersim, 6-7 Eylül İstanbul olayları, Varlık vergisi dönemi, 27 Mayıs, 12 Mart 71 ve nihayet 12 Eylül müdahaleleri. Kimbilir daha neler yaşanacak, kimlere karalar çalınacak ve nice ocaklar söndürülecekti.

 

71

Sahil

 

Sahilde günün her vakti bir başka güzeldir. Hele ki gölgelik bir yerde mesela asma ağacının altında ufku seyre dalmak farklı bir lezzet katar yaşama, ayrı anlamlar yüklenir ve ayrı duygular yeşerir. Düşünceler geçmişteki hatıraları da, bugünü de yaşar. Geleceğe dair özlemler tokmak sesleri arasında yüreğimizi çınlatır. Beklentiler de, beklenen de, bu hayaller arasındaki rollerini alır. Bu güzellikler  tan vakti ve gün batımında bir başka olur.. Tan vaktinde gün sancısız bir doğumla gözlerimizi kamaştırır. Sahil baharın huzurunu yüreğimize serpiştirir. Her bir canlı kendi dilinde güne merhaba der. Çiçekler dallarında kıpraşır , kuşlar  dalların arasında cıvıltıları ile bu armoniye katılır. Türlü şarkılar söylerler. Bahar günlük yaşamda hep takvim yapraklarının ardına sığınır. Kış sevgilinin yokluğunda çoğunlukla içimizi kaplasa da  sahilde dört mevsim bahardır. Aşkın tarifsiz rengi her daim sahile iner.

Sahil aşkın değişmez mekanıdır. Akşamüstü güneş keskinliğini bırakıp zarafete bürünür. Pembe akşamlar yeri göğü kaplar. Gün batımı sahilde bir başka olur.

 

72

Matematik öğretmeni Akgün

 

Saat sabaha karşı beş. Günün açmasına az bir zaman kaldı. Birazdan Behram Paşa Camii’ nin ince uzun boylu müezzini yavaş adımlarla minarenin merdivenlerini tırmanacak, bir eliyle kulağını kapatarak yanık sesiyle sabah ezanını okuyacak. Camii’nin avlusundaki şadırvanda sabah namazı için abdest alan birkaç kişinin tahta takunyalarından çıkan sesin dışında ortalık pek sakin. Gülhan eve geldiğimizde hemen düşüp uyudu ama benim gözümde bir damla olsun uyku yok. Camii’nin avlusuna bakan penceremizin kıyısında oturmuş Yenice marka sigaramın birini söndürüp diğerini yakıyorum. Bu gece manifaturacı Zarif’in yıllardır merak ettiğim öyküsünü onun ağzından ve adeta insanlığımdan utanarak dinledim. Hikaye o kadar etkileyici ki yoğunluğunu üzerimden hemen atmam imkansız.

Manifaturacı Zarif ve ailesi ile tanışalı neredeyse beş yıl olmuştu. O kadar çok yakınlaşmıştık ki kendileriyle, yediğimiz içtiğimiz bir olmuştu neredeyse. Fakat onu tanıdığım ilk günden başlayarak içime düşen ve beni neredeyse ateşlere atan yaşamındaki gizemi öğrenememiş ve çözme imkanı da bulamamıştım. Belki bunu öğrenmeye hatta merak etmeye bile hakkım yoktu, ama ben; Hüzün’ü Ali Emiri Ortaokulu’nda tanıdıktan sonra gittikçe gelişen bu dostluktan dolayı çok mutluydum  ve aileyi çok önemsiyordum. Ancak; ne zaman konuya çağrışım yapan bir ifadem ya da yaklaşımım olsa manifaturacı Zarif ürkek ve kanadı kırık bir kuş gibi boynunu büker, yakaran bakışlarla süzülürdü gözlerime. Bir yanım onu sırf bu nedenle kaybetmemek için sabırla beklememi söylerken diğer yanım içimi yiyip bitiren acabalarla boğuşurdu.

Hüzün’den sonra aileye iki erkek çocuk daha katılmıştı. Bunlar aileyi sevince boğmuştu ama;  bir yıl kadar önce Hüzün’ün büyük ablası evliliğinin daha ilk aylarında ve hayatının baharında evinde yaşanan bir yangın sırasında yaşamını kaybetmişti. İki katlı kerpiç evin alt katındaki mutfakta çıkan yangının alevleri bir anda binayı sarmış ve zavallıcık penceresi demir korkuluklarla kapatılmış olan üst kattaki odada çırpına çırpına yanarak can vermişti.  Acılar bu ailenin yakasına yapışmıştı bir kere. Kör talih dedikleri herhalde buydu. İşte bu olaydan sonra tam da“ Artık umudum bitti” derken,  bu gece nihayet onun kâbus dolu geçmişindeki acıları yansıtan sır perdesini bizzat kendisinin aralamasından sonra ve o anları sanki bir kez daha yaşıyormuş gibi süregelen anlatımından öğrendim.

Bunaltıcı bir sıcaklığın sürdüğü gece,  akşam saatlerinde Kambur isimli filmi izlemek üzere şehrin iki sinemasından biri olan Yenişehir sinemasına gitmemizle başladı.

Birkaç gün önce taşıdığı ağır yükten iki büklüm olmuş sırtında tahta bir panoya çivi ve çivileri birbirine bağlayan iplerle tutuşturulmuş filmin afişini taşıyan yaşlı hamalın yanında yürüyen pos bıyıklı çığırtkanın  “ Geldi… Abiler, Ablalar geldi, yeni film geldi. Kambur Yenişehir sinemasında” diye bağırmasıyla haberdar olmuştum bu filmden.

Filmin afişindeki bir ifade çok etkileyiciydi.

“ İnsanların kusurları yüzlerinde değil yüreklerindedir. “

Bu ifade sanki gecenin ilerleyen saatlerinde öğreneceklerime ışık tutuyordu.

İtfaiye aracının sulayarak asfaltın yakıcı sıcaklığını hafifletmeye çalıştığı şehrin en işlek caddesinden yürüyerek ve keyif çata çata geldiğimiz sinemanın önünde hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Süslü hanımlar, fötr şapkasını elinde tutan temiz giyimli beyler, yaşlısı, genci  herkes bir an önce içeri girmek için çabalıyordu.

 

73

Gönderilmemiş mektuplar “ Hüzün”

 

İki gözüm,

İçim hâla çok acıyor olsa da,

İyiyim, şimdilerde daha iyiyim.

Bilmem yokluğuna mı alıştım, yoksa yokluğunla seni yaşamaya mı ?

Şurası kaçınılmaz bir gerçek ki;  hiçbir heves aşkın yerini alamıyor. Onlar belki birer kaçış hatta.

Sonuçları ise sadece pişmanlıktan ibaret.

İki gözüm.

Her sabah güne seninle başlıyorum. Hele ki perdesini açık bıraktığım penceremden karşıdaki denizi seyrederken, o kocaman ve sonu görünmez umman bir anda senin gözlerine bürünüyor. Bakmaya hiç doyamadığım gözlerine. Beni benden alıp denizin bilmem hangi derinliklerine götüren yüzündeki o masum çocuğun gülümseyişine benzeyen bakışlarına.

Sonra hafif bir sabah esintisi ipeksi saçlarını tarıyor. Ne de güzel atardın saçlarını ardına.

Kış ılık rüzgarı hazandan çalmış olmalı herhalde. Öyle esiyor zira. Yağmurlar küskünlüğünü bırakmış şehre,  küçük damlalarla vuruyor camıma. Meğer ne de çok özlemişim seninle camdan yağmurları izlemeyi ve hatta sokaklarda ıslanmayı. Sesimiz dokunurdu yüreklerimize.

Kalabalıklar içinde yalnız kaldım. Kalabalıklar içinde anadan doğma çırılçıplak kaldım. Kimsesiz kaldım. Ardından koşmaktan derman kalmadı dizlerimde. Sensiz mesafeler pek uzun geldi bana.

Oysa ne mesafe tanırdım, ne de zaman. Kısacık bir an bile yeterdi seninle bana.

İki gözüm,

İyiyim,

Şimdilerde daha iyiyim.

İçim hâla çok acıyor olsa da

Alıştım artık,

Yokluğunla seni yaşamaya.

 

ÖNEMLİ  NOT

Yazımı devam etmekte olan bu  roman kısa bir süre sonra kitap olarak basılıp yayınlanacaktır. Kitabı edinmek isteyen sevgili okurların bu kitabı kitapçılardan, D&R mağazalarından ve internet üzerinden satış gerçekleştiren yayınevlerinden ya da bizzat tarafıma ulaşaşarak edinebileceklerini bildirir ve bu romana olan ilgilerinden ötürü teşekkür ederim.

 

 

 

(DEVAM EDECEK)

Bu öykünün bütün yayın hakları mahmut demirer’e aittir..kopyalanamaz, yayınlanamaz, kaynak gösterilerek dahi alıntı yapılamaz.